Hakîm-i Tirmizî "rahmetullahi aleyh"... Evliyâdan bir kişi. Allahtan çok korkardı. Titizlikle kaçardı her günahtan. Hem de ne kaçmak. Nasıl mı? Şöyle: Hakîm, henüz gençtir. Güzel ve yakışıklıdır. Olacak bu ya, bir kadın, gönlünü kaptırır ona. Devamlı peşinde dolaşır. Bir gün onu yalnız görüp, usulca yaklaşır. - Merhaba! Mübarek dönüp bakar ki, genç bir kadın. Cilveler yapıyor kendisine. Birden kan sıçrar beynine. Cevap vermeden, hızla uzaklaşır. Gelir evine. Peş peşe koşarlar Lâkin kadın, inada bindirir işi. Bırakmaz peşini. Başka bir gün, Hakîm, yalnız başına çalışırken bağında, gidip dikilir yanında. O, görür görmez genç kadını, tahmin eder maksadını. Acele çıkar bağdan. Kadın da arkasından. O hızlandıkça, kadın da hızlanır. Bakar ki yetişecek, koşmaya başlar. Kadın da koşar. O önde, kadın arkada bir süre koşarlar. Çok da yorulurlar. Nihayet Hakîm'in bir hendek çıkar önüne. Çok da derindir. Atlanacak gibi değildir. Hakîm, her şeyi göze alır. Atlar, ayağı kırılır. Günahtan kurtulur Ama kurtulur günahtan. Aradan uzun yıllar geçer. Yaşı seksenlere ulaşır. Bir gün, bu hadiseyi hatırlar. Nefsinin şöyle dediğini duyar: - O kadının dediğini yapsaydın ne olurdu sanki! Sonra tövbe ederdin. Birden toparlanır. - Eyvah! Ben neler düşünüyorum! Çok üzülür, utanır kendinden. Uykuları kaçar. Günlerce ağlar. Ve ayıplar kendisini. - Ey nefsim! Sen ne alçakmışsın! Yanar, kavrulur pişmanlık ateşiyle. İşte bu pişmanlık ve bu gözyaşları ile, Öyle çok yükselir ki, O kadar olur. Çok yüksek derecelere kavuşur.