"Veli Şemseddin Efendi", Balıkesir toprağını nurlandıran büyüklerdendir. Cengiz Topel Caddesi kavşak ortasında, iki selvi ağacının arasındadır nurlu kabri. Vaktiyle bu kabir buradan kaldırılmak istenmişse de, muvaffak olunamamış. Çünkü dağları parçalayan çelik kepçeler, güç yetirememiş bu ufacık mezarcığı yıkmaya. Kırılıp dağılmışlar... Bu büyük zat, bir gence şöyle nasihat etti bir gün: - Evladım, cenab-ı Hak bize sonsuz nimetler vermiş. Gözümüz görüyor, kulağımız işitiyor. Her azamızı, hatta her hücremizi O çalıştırıyor. Cenab-ı Hak, verdiği bunca nimetlere karşılık, tek bir şey istiyor bizden. O nedir biliyor musun? - Bilmiyorum hocam. - Kendisini tanımak. Tanımamızı istiyor kendisini. Genç anlıyamadı! - Allah'ı tanımayan var mı ki hocam? Herkes tanır Allahı. Mübarek gülümsedi. - Öyle tanımak değil evladım. Tanımak, itaat etmekle olur. Onun emirlerine itaat etmeyen, tanımış olmaz ki. Mesela Allahü teâlâ beş vakit namaz kılmamızı emretmiş, değil mi? - Evet hocam. - Her gün beş defa, müezzinler "Hayyalassalah!" diye namaza çağırıyor insanları, öyle değil mi? - Evet hocam. - Yine "Hayyalelfelah!" diye felaha, kurtuluşa sebep olan namaza davet ediyorlar müminleri. - Çok doğru hocam. - Pekii bu açık davetleri duyduğu halde, bir kimse duymazlıktan gelir, hiç umursamaz ve namaza gitmezse, nedir bunun manası? Açıkça "Gelmiyorum! Kılmıyorum!" demek değil midir? Delikanlı anlamıştı! - Evet hocam. Bir bakıma öyle. - Yani hâşâ "Senin davetini kabul etmiyorum! Emrini dinlemiyorum!" kısaca "Seni tanımıyorum!" demek olmaz mı evladım? - Aynen öyle hocam. - Pekii şimdi soruyorum sana. Bir kimse bu açık emri bile bile yerine getirmez, üstelik de hiç üzülmezse, o kişi Allahı tanımış olur mu? - Olmaz elbette. - İşte tanımak için itaat şarttır yavrum. Bir kimse Allahü tealanın emirlerine itaat etmez, üstelik de hiç üzülmez, kalbi sızlamazsa, onun durumu tehlikelidir ayrıca. - Tehlikeli mi, nasıl yani? - Yani imanı gidebilir o kişinin. Allah korusun. - Ya üzülüyorsa hocam? - O zaman imanı gitmez. - Anladım hocam. Allah razı olsun.