Efendimiz aleyhisselam üç yaşında idi ki, sordu bir gün süt annesi Halîme'ye: - Anneciğim, gündüzleri kardeşlerim niçin evde bulunmuyorlar? - Onlar koyun güdüyorlar yavrum. - Beni de onlarla yolla. Ben de koyun güdeyim. Halîme Hâtun; - Peki yavrum, dedi. Ve ertesi gün, Onu da kardeşlerinin yanına katıp emânet etti Allah'a. Fakat tam öyle sıcağında küçük Şeymâ nefes nefese koştu eve. Annesi onu görünce telâşlandı. - Kızım niye geldin? Muhammed nerede? - Sahrâda anneciğim. - Kızgın güneşte ne yapıyor. Bir gölgelikte dursaydı bâri. - Korkma anneciğim. Kardeşimin başının üstünde daima bir bulut bulunuyor ve ona gölgelik yapıyor. - Doğru mu kızım bu? - Vallahi doğru söylüyorum anneciğim. YETİŞ ANNECİĞİM! Bir başka gün de Damra gözyaşları içinde koştu eve: - Yetiş anneciğim! Gökten üç kişi yere indi. Kureyşî kardeşimizi alıp karşıki tepeye çıkardılar. Öldü mü yaşıyor mu bilmiyorum. Halîme Hâtun, bir solukta o tepeye varıp, sordu o Servere: - Ey gözlerimin nûru, seni kim rahatsız etti? Efendimiz anlattılar: - Ben kuzuları güdüyordum ki, gökten beyaz elbiseli üç kişi geldi ve beni sahrâdan alıp buraya çıkardılar. Birincisi göğsümü yardı. İç organlarımı kar gibi bir şeyle yıkayıp tekrar yerine koydu. - Sonra oğlum? - Sonra ikincisi kalbimi çıkarıp ikiye ayırdı. İçinden siyah bir şeyi çıkarıp attı ve "Seni şeytanın hîlesinden emîn kıldık" dedi. Bu üç kişi, daha sonra elimi ve yüzümü öpüp, gökyüzüne doğru yükselip kayboldular anneciğim. Ama ben bunlardan hiç acı ve elem duymadım.