Evliyanın büyüklerinden. Ubeydullah-ı Ahrâr "kuddise sirruh"... Taşkent'te yaşadı. Bir gün emretti hizmetçiye: - Semerkant'a git de biraz bal getir. - Başüstüne efendim! Ve hazırlanıp çıktı yola. Semerkant'a varıp girdi bir dükkana. - Bana şu kadar bal verir misin. - Hayhay! Adam balı tarttı. Hizmetçi parayı verip tam çıkıyordu ki, dükkana bir kadın girdi. Alımlı ve çok güzel. Dayanamayıp, şehvetle baktı bir an. Ve çıktı dükkandan. Taşkent'e vardı. Geldi üstadının huzuruna. Ancak mübareğin suratı asıktı. Sert baktı hizmetçiye Sertçe baktı hizmetçiye: - Ben senden ne istemiştim. - Bal istediniz. - Sen ne getirdin? - Bal getirdim. - Emin misin? - Evet efendim. - Hani, çıkar bakalım Kalkıp, açtı kutuyu. - Bakın, bal... diyecekti ki, şaşırdı birden. Zira kutuda şarap vardı. O kadına baktığını hatırladı. Mahcup oldu. Büktü boynunu. Anlamıştı hatasını. - Özür dileyip çıktı huzurdan. O veli hürmetine... Yine bir talebesi vardı ki, ticaret işlerini yapardı bu zatın. Yine onun emriyle gittiği bir ticâretten dönüyordu ki, bir grup harami ile karşılaştılar. Kervan, kıymetli mallarla doluydu. Ama hiç endişe etmedi. - Beni üstadım gönderdi. Bir şey olmaz dedi. Gözlerini kapayıp, dua etti: - Ya Rabbi, o büyük velinin hürmetine bize yardım et! Sonra kılıcını çekip saldırdı onlara. O bir tek kişi, bir ordu göründü eşkıyaya. Korkup, dağıldılar. Kervan kurtulmuştu. Nihayet üstadının huzuruna vardı. Mübarek neşeliydi. - Geçmiş olsun evladım. - Teşekkür ederim efendim. - Allah yardım etti, kurtuldunuz. - Evet efendim, sayenizde. - Allah diyen mahrum kalmaz evladım...