Bülbüller imrenirdi ona

A -
A +

Bilal, çok mert ve dürüst bir köle idi. Becerikliydi sonra. Ticaret işlerini iyi bilirdi. Bunlar bir yana, bir sesi vardı ki, bülbüller imrenirdi ona. Efendisi Ümeyye, ticaret kervanlarına onu yollardı hep. Niye mi? Sesi için tabii. Develer yorgun ve bitab düştüklerinde, onun söylediği yanık ve içli nağmelerle canlanır, adeta koşmaya başlarlardı yollarda. Adamın oniki kölesi vardı, ama Bilal başkaydı. Ona güvenir, mühim işlerini ona yaptırırdı. Bunun için de çok seviyordu kendisini. Ancak bu sevgi, beklenmedik bir haberle müthiş bir nefrete dönüştü birden. Neydi o haber? "Bilal Müslüman olmuş!" Buna önce inanmadı. Gerçek olduğunu anlayınca, merhametsiz bir zalim kesildi ona karşı. O bir köleydi çünkü!.. Kölesiydi ya, istediğini yapabilirdi. Döverdi, öldürürdü. Kime ne? O zamanki zihniyet böyleydi. Bir süre eziyetten sonra tehdit etti: - Haydi, Muhammedi inkâr et! Cevabı tek kelimeydi Bilal'in: - Ehad! (Allah bir) Yeniden dayak, tekrar işkence. Bir ağaca bağlanmış olarak dövülen bu mazlum insanın patlak dudaklarından kanlar süzülürdü aşağıya. Zalimin hıncı dinmek bilmiyordu. Çıldıracaktı neredeyse. - "Nasıl olur?" diyordu, "Benim kölem olsun da, bana sormadan Müslüman olsun!" Onu, güneşte kızmış kayaların üzerine çıplak olarak yatırıp teklifini tekrarladı: - Dön diyorum dininden! Cevap değişmiyordu: - Ehad! ehad! Ümeyye kudurmuştu!.. Cayır cayır yanan kaya üzerine yatırdığı Bilal'in üstüne başka kızgın kayalar yığdı. Bağırıyordu bir yandan da: - Haydi, dön dininden! Cevap aynı: - Allah bir! Altta kor gibi kızgın taş, üstte kızgın kayalar. Arasında bir garip mümin. Kimsesiz ve köle. "Ölürüm de dinimden dönmem" diyen bir üstün insan. Ümeyye delirmek üzereydi. Emretti adamlarına: - Kum yığın üstüne! Sıcak kum, kızgın zeytinyağı gibi döküldü vücuduna. Hareket şansı da yoktu artık. Çünkü bağlıydı eli ayağı. Nefesini bile zor alıyordu. Tam bir ölüm-kalım mücadelesi yani. Günler böyle geçti. Kaldı ki dakikası yıl gibi geliyordu ona. Geçmek bilmezdi saniyeler...