Câfer bin Muhammed "radıyallahü anh" anlatıyor: Efendimiz bir kere hasta olmuşlardı. Cebrail aleyhisselam ziyarete geldi. - Nasılsın yâ Resulallah? - Biraz rahatsızım. Getirdiği meyveleri çıkarıp arzetti. Efendimiz meyveleri eline alır almaz zikre başladılar: Allah Allah Allah... Zikir sesleri rahatça duyuluyordu. *** Enes bin Mâlik "radıyallahü anh" anlatıyor: Bir gün, Uhud Dağına çıkmıştı Efendimiz. Yanlarında Ebu Bekir, Osman ve Ali de vardı. Dağ sallanmaya başladı birden. Efendimiz seslendiler: Sakin ol! - Sakin ol yâ Uhud! Üzerinde bir Peygamber, bir Sıddîk, iki de Şehîd var! Ne mi oldu? Sallanma durdu. Hem de anında. *** Efendimiz müşriklerin şerrinden halas için Sebir Dağına çıkmışlardı ki, bir nida işitti: - Ey Allah'ın Resûlü! Etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu. Ses bizzat dağdan geliyordu: - Yâ Muhammed! Üzerimden in! Daha emîn bir yere git! Efendimiz sordu: - Neden? - Burada müşrikler sana zarar verirlerse, Rabbim beni azarlar. Bu gelen O idi Yine Efendimiz oniki yaşlarında iken Ebû Tâlip'le sefere çıkmışlardı. Busrâ denen yerde konakladılar. Burada, Bahîra adında bir râhip vardı ki, semâvî kitaplardan âhir zaman Peygamberinin alametlerini ve bir gün buradan geçeceğini öğrenmiş, teşrifini bekliyordu. Çok kervanlar görmüşse de, hiçbirinde bu alametleri görememişti. Nihayet bir gün... Ufukta bir kervan göründü. Evet, bu, beklediği kervandı. Çünkü, Bir "Bulut", kervanı takib ediyordu. Sonra, Taşlar, kervandaki birine selâm veriyor, ağaçlar, Ona doğru eğiliyordu. Evet, bu O idi. "Ahir zaman Nebîsi" geliyordu. "sallallahü aleyhi ve sellem"