Resûlullah, islâmı teblîğe başlayınca, müşrikler toplanıp mani olmak istediler. Muvaffak olamayınca işkenceye başladılar. Kimlere mi? Kimsesi olmayan, fakir, garip ve kölelere. Bunlardan biri de Bilâl idi "radıyallahü anh". Ümeyye kâfirinin kölesiydi bu şerefli insan. Ümeyye, oniki kölesinden, en çok bunu severdi. Neden mi? Önce ahlâkını beğenirdi. Sonra sesini. Kervanda o varsa, mesele yoktu. Develer, uzun çöl yollarında yorulunca, onun yanık ve içli sesiyle canlanır, hatta koşuya kalkarlardı. Ümeyye, bir ara puthâneye nöbetçi yaptı onu. Ama o, imanla şereflenmişti o günlerde. Orada, gizli gizli ibâdet ediyor, putları da yatırıp secde ettiriyordu. Allah bir! Allah bir! Ümeyye bunu duyunca, önce inanmadı. Çağırıp sordu hemen. - Sen müslüman mı oldun? - Evet. Bu "Evet" cevabıyla çılgına döndü kâfir. Küplere bindi. Gadaplanıp, başladı eziyete. Hem de en insafsız şekilde. Nasıl mı? Tam öğle sıcağında, çıplak olarak kızgın kumlara yatırıp sıkıştırırdı: - Muhammed'in Allah'ını inkâr et! Bilal'in cevabı iki kelimeydi: - Allah bir! Allah bir! Bir gün yine soyundurup, dikenlerin üstünde sürüttü. Öyle ki, paramparça oldu vücudu. Peşinden aynı tehdit: - Dön islamdan! - Dönmem! - Putlara tap! - Tapmam! Sanki kudurmuştu! Ümeyye kudurdu. Tekrar kızgın kuma yatırıp, üzerini kaynar kumlarla örttü ve bağırdı: - Haydi, dön dininden! - Dönmem. - Dön diyorum! - Hayır, Allah bir! Kâfir iyice çıldırdı. Etrafına bakındı. Koca bir kaya gördü ilerde. Onu zorla kaldırıp bıraktı Bilal'in göğsü üzerine. Altta kızgın kum, üstte ateş kesilmiş kaya. Mübarek, bu cefaya da katlanıp dönmedi dininden. Konuşmaya mecali kalmadığı gibi, nefesini zor alıyordu. İmanını parmak işaretiyle bildirdi: - Allah bir! Ve bu ıstıraba fazla dayanamadı. Nefesi tükenip bayıldı. Ümeyye "Öldü" zannedip terketti orayı...