Sehl bin Abdullah Tüsterî "rahmetullahi aleyh"... Her duâsı kabul olurdu. Hangi hastaya dua etse, derhal şifa bulurdu. Kendisinin de bâzı hastalıkları vardı. Bu yüzden namazlarını özürlü kılardı. Bir gün, sevdikleri huzuruna geldiler. - Bir şey arzedecektik. - Tabii, buyurun. - Hastalar, duanızla şifaya kavuşuyorlar. - Allahın izniyle. - Sizin de birkaç hastalığınız var. - Evet. - Diyoruz ki, kendinize de dua etseniz, kurtulsanız bu dertlerden. Mübarek gülümsedi. Hastalık nimettir - Bunlar benim için dert değil ki. - Ya ne? - Nimet. - Nasıl yani? - Hastalık nimettir. Hem alıştım ben bunlara. Sabredip, sevap kazanıyorum. *** Bir defa da şehrin vâlîsi hastalandı. Doktorlar çare bulamadı. Yakınları, bu zatı söylediler kendisine: - O dua ederse şifa bulursunuz. - Öyle mi? - Evet. Kime dua etse, şifa buluyor. - Öyleyse çağırın o zatı. Çağırdılar. Gelip yanına oturdu. Vali zor konuşuyordu: - Sehl-i Tüsteri siz misiniz? - Evet. Benim duam sana geçmez - Bana dua eder misiniz? - Niçin? - Hastalıktan kurtulmam için. - Benim duam sana geçmez. - Neden? - Çünkü zindan mazlumlarla dolu. - Ne yapayım? - Mazlumları sal dışarı. - Hayhay! Ve emir verdi. Zindanlar boşaldı. O zaman dua etti mübarek. Vali o gün şifa buldu. Bir kese altın gönderdi bu velîye. Ama o, el sürmeden gönderdi geriye. Talebeleri şaşırdılar: - Keşke alsaydınız. - Neden? - Fakirlere verirdik. Dönüp çakıl taşlarına nazar etti. Taşlar "Altın" oldu o anda.