Manisa'nın Akhisar kazasını nurlandıran bir Allah dostu var. "Karacaahmet"... Hoş sohbet, latifeci, tatlı ve sevimli bir zat idi. Bir gün genç biri geldi yanına. - Hocam bir şey sorabilir miyim? - Tabii, buyur evladım. - Dünya için çalışmak günah mı hocam? - Hayır. Bilakis helal lokma yemek için çalışmak ibadettir. Delikanlı şaşırdı. - Dünya malı kötü değl mi yani? - Hayır, mal kötü değildir. - Kötü olan ne peki? - Mal sevgisini kalbe sokmak kötüdür evladım. *** Her velîde olduğu gibi, bu zatı da sevmeyen, karşı gelen ve üzen bir kimse vardı o devirde. Cahil ve kibirliydi... - Ben de velîyim derdi. Onun benden ne farkı var ki? Bu zavallı, bir gün aynen o büyük zat gibi giyinip çıktı evden. Yani aynı renkte bir cübbe giydi. Aynı külahtan geçirdi başına. Bu kıyafetle dolaşıp, hürmet ve itibar görmek istedi insanlardan. Ama eremedi muradına. Çünkü ata binerken düştü ve boynu kırıldı. Acılar içinde kıvranırken kalbi değişti ve yalvardı yakınlarına: - Ne olur, beni o zata götürün! - Kime götürelim? - Karacaahmet hazretlerine. Benim ilacım onda Sordular - Neden ona gitmek istiyorsun?? - Benim ilacım onda çünkü. Derhal o zata götürdüler kendisini. Karacaahmet, merhamet nazarıyla baktı ona. Eliyle boynunu sıvazlarken sordu: - Pişman mısın? - Hücrelerime kadar. - Pişmanlık, tövbedir kardeşim. - Ben de tövbe ettim. Bin kere tövbe ettim. - Öyleyse boynun düzelir. Çünkü tövbe, en güzel ilaçtır. O anda boynu düzeldi adamın. Hemen ellerine sarıldı büyük velînin. - Çok iyi anladım efendim. - Neyi anladın? - Evliya olmak, cübbe ve külah giymekle olmazmış. Bunu anladım...