Vaktiyle bir hükümdar, iki de veziri vardı. Biri iyi kalpliydi. Öteki kötü kalpli ve kıskanç. İyi kalpli olanı; - "Eden, kendine eder" derdi sık sık. Onun için bu vezirini çok seviyordu. Öbürü onu çekemiyor, kıymetten düşürmek için fırsat kolluyordu. Bir gün hükümdarın kulağına fısıldadı: - O sizin aleyhinizde konuşuyor. - Yaa, ne diyor? - Ağzınız fena kokuyormuş. - Ama benim ağzım kokmaz ki. - İnanmazsanız, bu akşam dikkat edin. Sizinle konuşurken, eliyle burnunu tutacaktır. Sonra çıkıp, koştu iyi vezire. - Bu öğlen yemeğini bizde yiyelim mi? - Hayhay. Sarımsaklı yiyince... Öğlen vakti birlikte eve gittiler. Kötü vezir, yemeklere bol sırımsak koydurmuştu. İyi kalpli vezir yedi o yemeklerden. Akşam, sultanın huzuruna gidince, mecbûren bir eliyle hep ağzını tutuyordu. Hükümdar; "Tamam, o vezir doğru söylemiş" diye düşündü. Hemen bir mektup yazıp verdi ona. - Al bunu, falan valiye götür! - Başüstüne efendim. Mektup şöyleydi: - Bu mektubu sana getireni boğazla, derisini yüz. İçine ot doldurup bana gönder! Garip, o mektubu alıp çıktı. Yolda hasetçi vezire rastladı. Kötü vezir elindeki zarfı görünce sordu hemen: - Onu kime götürüyorsun? - Filan valiye. Yakalayın şunu? Hasetçi, bunun bir "Taltif mektubu" olduğunu zannedip rica etti: - İstersen ben götüreyim. - Olur, sen götür. Vali mektubu açıp okuyunca, emretti adamlarına: - Tutun şunu! Öldürüp, derisini yüzün ve içini ot doldurup sultana gönderin! - Başüstüne. Emir anında yerine getirildi. Ertesi gün hükümdar, iyi kalpli vezîri sağ salim görünce çok şaşırdı. Huzuruna çağırıp sordu: - Sen benim hakkımda "Ağzı kokuyor" diyormuşsun, öyle mi? - Estağfirullah sultanım. - Peki o akşam niçin burnunu tutuyordun? Vezir anlattı olanları. Hükümdar hakikati öğrenmişti. İyi kalpli vezirine sevgiyle baktı: - Sen haklıymışsın vezirim. Eden kendine edermiş hakikaten...