"Ey ahâli!.."

A -
A +

Selâhaddîn Eyyûbî, bir ömrü müddetince islâma hizmet etti. Nihayet "Ölüm hastalığı"na yakalandı. Vefât edeceğini anlayınca, sandıktan "kefen"ini getirtip, mızrağının ucuna bağlattı. Sonra uzattı bir tellâla: - Bunu al. Sokak sokak gezdir! - Başüstüne. - Ve nida et ki: "Ey ahâliiii! Bakın görün ki, Sultân Selâhaddîn'in sonu işte budur. Bu kadar şân şöhret sahibiyken, dünyâdan, bir şu kefenle gidiyor! Tellal eğdi başını: - Başüstüne sultanım. Ve çıkıp emri yerine getirdi. Onun bu hareketi, dünyâ mağrurlarına, bir ders ve ibret oldu. Çok mütevazıydı Alimlerle oturup sohbet etmeyi çok severdi. Son nefeslerini verirken bile âlimlerin sohbetini dinledi. Onları dinlerken göçtü bu fani âlemden. Yanına köylü de, çöpçü de gelse, rahatça oturur, en ufak bir korkuya kapılmazdı. Ayrıca, Çok mühim işlerle meşgûlken bile halkıyla ilgilenir, isteklerini yerine getirirdi. Nasıl mı? Bir gün, küffârla savaşıyordu ki, o hengâmede yaşlı bir kadıncağız sokuldu yanına. - Sultanım! - Buyur bacım. Bir sıkıntısını anlatıp rica etti: - Bu işimi hallediver! Kadına şefkatle baktı: - Bak bacım, şu anda savaş halindeyiz. - Ben anlamam. Yarın gel - Yarın gelsen olmaz mı? - Olmaz, şimdi hallet. - Şimdi zor. Yarın halledeyim. Kadın lâf anlamıyordu. - Şimdi halledemiyeceksen ne diye hükümdar oldun? Koca sultan büktü boynunu: - Peki bacım. Savaşa ara verip halletti işini. Helallık dileyip, savaşa devam etti. *** Bir gün de emretti hizmetçisine: - Bana ılık su getir! - Başüstüne. Gitti. Önce kaynar, sonra soğuk su getirdi. Buna bile kızmayıp, hayretle mırıldandı: - Sübhânallah! İstediğimiz suyu içemiyoruz. *** Hazînelere sâhipken, mütevâzı ve sâde yaşadı. Öldüğünde, bir tek "Altın", bir de "Gümüş" parası kaldı geriye. Bundan gayri yoktu hiçbir dünyalığı...