Âlemlerin Efendisi mescid-i haramda namaz kılıyordu bir gün. Beri yanda ise bir müşrik grubu oturmuş konuşuyorlardı. Mevzu mu? Tabii ki Efendimiz. Ne yapmalı, ne etmeli, Onun yaktığı bu İslam meşalesini söndürmeliydi bir an önce! Ama bir şey yapamıyorlar, bunun için de kuduruyorlardı öfkeden. Ebu Cehil hiddete kapılıp döndü yandaşlarına. - Yetti gayri. O secdeye gitsin, koşup ensesine ayağımla basacağım, göreceksiniz! Öbürleri teşvik ettiler. - Tabii ya! Geç bile kaldın. Az sonra o Server secdeye inince, bu mel'un fırladı hemen. Koşarak gitti ve sessizce yaklaştı arkadan. Fakat o da ne? Zınk diye durdu birden. Sonra da yüzgeri kaçmaya başladı. Oradakiler bir mana veremedi buna. "Neden kaçıyorsun?" - Hayrola, ne oldu sana böyle? Neden kaçıyorsun? Koca kâfir korkudan titriyordu. Zorlukla konuştu: - Görmediniz mi? - Neyi görecektik? - Ateş deryasını. Hayretle birbirlerine baktılar. - Biz bir şey görmedik yâ Ebâ Cehil. - Yahu Onunla aramızda ateş deryası peydah oldu. Bir adım atsaydım yanacaktım. Az önce iri iri lâflar eden Ebu Cehil, şimdi zelil ve hakir duruma düşmüştü. Peki ibret almış mıydı? Hayır. Bu, nasib meselesiydi. *** Ebu Cehil yenik düştükçe küfrü artıyor, kinine kin katıyordu. Yandaşlarıyla otururken yine büyük büyük lâflar etmeye başladı bir gün: "Kafasını taşla ezeceğim" - Yemin olsun ki, kafasını taşla ezeceğim bugün. Siz de şahid olun! Az sonra Allahın Sevgilisi oraya teşrif edip, büyük bir huşu ile namaza durdular. Müşrikler döndüler Ebu Cehil'e: - Haydi yâ Ebâ Cehil, göster kendini! Kalktı bu, koca bir taşı iki eliyle kaldırıp arkadan yanaştı usulca. Birazdan o Server secdeye inince, taşı kaldırdı. Tam bırakacaktı ki, taşı kenara fırlatmasıyla geri kaçması bir oldu. Hem de ne kaçmak. Yandaşları seslendiler: - Ne oldu? Niye kaçıyorsun? - "Canavar!" dedi titreyerek. "Üzerime korkunç bir canavar saldırdı. Kaçmasaydım parçalayacaktı beni". Ders almak mı? Nerdee. Kur'an-ı kerimde "Gözleri var görmezler, kulakları var işitmezler" buyuruluyor ki, işte bu gibileri işaret ediyor olmalı.