Edirne toprağını nurlandıran bir başka veliden bahsedeceğiz bugün. Muhiddin Baba'dan. Vefatı, 1513. Gönül ehli bir kişi idi. Her işini islama uygun yapar, kaçınırdı günahın zerresinden. Sohbetlerinde, -Günah ateştir! Derdi. Bir gün, -Kardeşlerim! buyurdu. Bu dünya çabuk biter. Her günü "Son gün" kabul edin, her namazı, "Son namaz". Ölümden bahsederdi sık sık. Bir dersinde, -Ey insanlar! buyurdu. Ölüme hazırlanın. Şimdi ehli Cehennem kabirde yanıyorlar. Gözümüz görmese de, bu azaplar şimdi var. Ve şöyle devam etti: -Ahirette gidecek iki yer var. Cennet ve Cehennem. İkisi de sonsuz. Gözden perde kalkınca bu hakikat anlaşılacak. Çok pişman olunsa da, faydası olmıyacak. Neresi dökülüyor? Çok da cömertti mübarek. Geleni gideni çok olurdu. Hanesi geniş, fakat biraz eski idi. Bir gün hanımı, -Efendi! Dedi. Gelenimiz gidenimiz çok. Şu harap evimizi bir tamir ettirsek ha, ne dersin? Bak, her tarafı dökülüyor. Mübarek, manalı manalı baktı ve -Neresi dökülüyor? dedi. Göstersene! Kadın, -İşte bak! Diyecek oldu. Ama şaşırdı birden. Çok da mahcup oldu. Zira harap diye gösterdiği ağaç direk, "Altın" olmuştu. "Som altın". Işıl ışıl parlıyordu önünde. Allahın kudreti sonsuz Eee, bunu yaratan Allahü teala idi. Ama hiçbir veli, keramet göstermek istemez. Allahü tealadan utanırlar. Neyse. Kadın anladı hatasını. -Affet! dedi. Bir daha bir şey istemiyeceğim senden. Tekrar baktığında, "Ağaç" gördü direği. Muhiddin Baba'nın sohbeti çok tatlıydı. Bir gün, -Kardeşlerim! Buyurdu. Öyle yaşayın ki, ahirete gidince hiç mahcup olmayasınız. Ve ekledi: -İslamın emirleri bir reçeteye benzer. Tatbik eden rahat eder.