Hazret-i Ömer, bir gün bazı eshapla birlikte bir yere gidiyordu ki, birden ağlamaya başladı. Eshab-ı kiram buna bir mana veremeyip sordular: - Yâ Ömer niçin ağlıyorsun? O, gözyaşları içinde cevap verdi. - Nasıl ağlamıyayım. Bir çocuk Fırat Nehrine girse ve boğulsa, yarın kıyamet gününde benden sorulacak. *** Bir gün de bir "Saman çöpü" ilişmişti gözüne. O çöpe bakıp şu temennide bulundu: - Keşke bir saman çöpü olsaydım da, bilinen, hâtırlanan bir kimse olmasaydım. Keşke doğurmasaydı annesi şu Ömer'i. Keşke ücrâ bir köyde bir Kureyşî olsaydım. *** Abdurrahman bin Avf ile hazret-i Ömer bir yolculuğa çıktılar bir gün. Sırtında su tulumu vardı Halifenin. Bir ara dinlenmek için yere koydu. Arkadaşı rica etti - İzin ver, şu tulumu biraz da ben taşıyayım. - Hayır olmaz. - Neden? - Bugün sen Ömer'in yükünü taşırsan, yarın kıyamet günü kim taşır onun günâh yükünü? - O gün sizin yükünüz hafif olur. - Nedenmiş o? - Çünkü Resûlullahın yolundan yürürsünüz. Hazret-i Ömer kederli bir yüzle baktı arkadaşına. - O hiç belli olmaz. - Neden? - Bak kardeşim, ne zaman ki Ömer kurtulur Cehennemden, Resulullahın yolundan yürüdüğü işte o zaman belli olur. *** Vaktâ ki Ömer Fârûk vefat etti. Oğlu rüyada gördü kendisini. Baktı ki çok yorgun ve bitkin halde. Merak edip sordu. - Babacığım üzgün ve yorgun görünüyorsunuz. Neden acaba? Her şeyi soruyorlar - Oğlum, öldüğüm günden beri hesap veriyorum. Yorgun olmamın sebebi budur. Her şeyi ince ince soruyorlar. Biri bitip biri başlıyordu hesapların. - Nasıl mesela? - Meselâ zekat develerine ait eski bir yuların hesabını sordular benden. - Yuların nesini sordular babacığım? - O yular, çok eskiyip kopmuştu da ben yine birkaç defa bağlayıp kullanmıştım onu. - Evet babacığım. - Bir gün, o yuları görmüş ve "artık kullanılmaz" diyerek, atmıştım bir kenara. İşte onu sordular. "Niçin, o yuları atıp da müminlerin malını ziyan ettin?" dediler. - Sen ne cevap verdin? - Bu gibi suâllere cevap vermek çok zor evladım. Anlayacağın bu milletin her şeyi benden soruldu. Allahın merhameti erişmeseydi kurtulamazdım.