Bir gün, Mekke'ye bir yabancı gelmiş ve bir deve satmıştı Ebû Cehil'e. Ama bir türlü parasını alamıyordu. Kâbe yanına gidip, yalvardı müşriklere. - Ne olur hakkımı alın ondan. Alaya aldılar adamcağızı. Efendimizin evini gösterdiler. - Bak, şu evi görüyor musun? - Evet. - İşte o eve git. O halleder sinin işini. Bir yandan da sinsi sinsi gülüyorlardı. Garip, bir ümitle gitti o kapıya. Efendimiz açtılar. - Buyurun. - Şeyy, ben buraların yabancısıyım. - Evet. - Ebu Cehil diye birine deve sattım. Paramı vermiyor. "Bekle geliyorum" - Peki, bekle, geliyorum. Birlikte gidip çaldılar kapıyı. Ebu Cehil, karşısında Resulullahı görünce titremeye başladı. - Buyur yâ Muhammed. Bir emrin mi var? Büyük bir vakarla cevap verdiler: - Evet. Ver şu garibin hakkını! Kâfir korkudan kekeledi. - De.. derhal. Hemen getiriyorum. Ve koşup getirdi parayı. - Buyur, kusura bakma. Dönüp gelirken teşekkür etti Efendimize. - Allah sizden razı olsun. Sonra Kâbe yanına gelip müşriklere de teşekkür etti. - Size minnettarım. Müşrikler hayret içindeydi. "Aldın mı paranı?" - Ne? Yoksa aldın mı paranı? - Evet. Hem de hiç zahmetsiz. - Doğru mu söylüyorsun? - Evet. Niçin şaşırdınız? Bir müddet sonra Ebu Cehil geldi oraya. Merakla ona döndüler. - Yâ Ebâ Cehil! Duyduklarımız doğru mu? - Evet, maalesef doğru. - Parayı verdin yani? - Evet. - Hem de Muhammed'in sözüyle? - Evet. Hayretle birbirlerine bakıştılar. - Sen neler söylüyorsun? Ebu Cehil, ellerini çaresizce iki yana açtı. - Mecbur kaldım arkadaşlar. - Nasıl yani? - Yanında korkunç bir canavar vardı. - Canavar mı dedin? - Evet, vermeseydim parçalayacaktı beni.