Hazret-i Alî "radıyallahü anh", yumuşak huylu olup, hiç kızmazdı. Kendinden acizlere acır, şefkatli davranırdı. Savaşlarda çelik gibi sert olsa da, sulh zamanında yumuşaktı ipek gibi. Kamber adında bir kölesi vardı ki, severek yapardı her hizmetini. Bir gün çağırdı onu: - Kambeer! - ..... (ses yok) Sesini yükseltti. - Kambeeer! - ..... (yine cevap yok) Hâlbuki Kamber işitiyor, ama bile bile cevap vermiyordu. Hazret-i Alî merak etti. Zira biraz önce kapının önünde görmüştü onu. Yedi defâ çağırıp da bir cevap alamayınca, dışarı çıktı. Çıkar çıkmaz, donakaldı hayretten. Niye hayret etti? Niye mi? Çünkü Kamber, kapının önünde oturuyordu. Hem de fütursuzca. Üstelik korkmadı onu gördüğünde. Hz. Ali sordu: - Kamber, beni duymadın mı? Umursamaz bir tavırla cevap verdi: - Duyduuum. - Peki niçin cevap vermedin? - Sizi imtihan ettim. - Beni imtihan mı ettin? - Evet. - Nasıl yani? - Cevap vermeyince kızacak mısınız diye denedim sizi. - Eee, netice? - Kızmadınız ve kazandınız imtihanı. Gayet sakindi Hz. Ali gayet sakindi. - Ey Kamber! Dünyâlık şeyler için kolay kolay öfkelenmem. Ama seni bu imtihana teşvîk edeni kızdırayım da gör! Ve buyurdu ki: - Seni âzâd ettim. Hürsün artık! Onu, bu imtihâna teşvik eden, "Şeytân"dı. Onu âzâd ederek şeytânın belini kırmış oldu. *** Hazret-i Ali, çarşıdan bir şey alsa, eve kendi taşır, vermezdi kimseye. Hizmetçisi arz etti bir gün: - Siz halîfesiniz. Bu gibi basit işler, size hafiflik verir. Buyurdu ki: - Hayır. Bir baba, helâlinden kazanıp aldığı bir şeyi kendi taşırsa, kemalinden hiçbir şey kaybetmez. Ve ekledi: - Hatta her adımına sevap kazanır.