Ebu Zer-i Gıfârî "radıyallahü anh", eshab-ı kiramın ilklerindendir. Asıl adı "Cündeb bin Cünabe" iken, Efendimiz "Ebu Zer" olarak değiştirdiler. Gıfar kabilesine mensuptur. Güçlü kuvvetli, atılgan, karayağız bir delikanlıydı. Mesleği mi? Yol kesiciydi önceleri. Ancak hilkatindeki temizlik sebebiyle bu yaptıkları ona manasız geldi sonradan. Yaptığı işten iğrenmeye başladı. Putlardan, heykellerden soğudu. Ona göre yaratıcı bir tek olmalıydı. Onun için "Lâ ilâhe illallah" derdi sık sık. O günlerde Mekke'den biri geldi o kabileye ve tesadüf Cündeb'le tanıştı. Onun arada bir "Lâ ilâhe illallah" dediğini duyunca, "Tuhaf" diye mırıldandı. Cündeb döndü adama: - Nedir tuhaf olan arkadaş? - Bu senin dediğini Mekke'de de söyleyen biri var. Cündeb hayretle sordu - Mekke'de mi? Kim söylüyor? - Muhammed isminde biri. Peygamber olduğunu söylüyorlar. Cündeb iyice heyecanlandı. Başını öne eğip düşündü biraz. Sonra fırladı ayağa. "Tamam, buldum galiba" dedi ve koştu kardeşi Üneys'e. - Yâ Üneys! - Buyur abi. - Hemen Mekke'ye git! Orada "Muhammed" isminde bir zat Peygamberliğini ilan etmiş. Onunla görüş ve haber getir bana Ondan. - Peki abi. Üneys edib ve şairdi. Mekke'ye gidip Efendimizi gördü, sohbetinde bulundu ve sayısız ihsanlarına nail oldu. Döndüğünde sordu Cündeb: - Ne oldu, neler öğrendin? - Çok büyük bir zat abi. Hep iyilik emrediyor. İnsanlar onun hakkında şair, kâhin, sihirbaz diyorlarsa da aslı yok. Bana kalırsa o gerçekten peygamber. "Gıfar kabilesindenim" "Bizzat gidip görmeliyim" deyip çekti çarığını ayağına. Eline değneğini alıp çıktı yola. Üneys ikaz etti arkasından: - Aman abi dikkatli ol! Kendini gizle, çünkü düşmanları çok azgın. Gerçekten de müşrikler iyice azıtmış, garip, kimsesiz müminlere amansız işkenceler yapıyorlardı o aralar. Cündeb Mekke'ye geldiğinde doğruca Kâbe'ye gidip beklemeye başladı. Akşam olunca, hazret-i Ali onun yabancı olduğunu anlayıp sordu: - Sen kimsin? - Adım Cündeb, Gıfar kabilesindenim. - Haydi bize gidelim öyleyse. - Peki, teşekkür ederim. Geceyi o evde geçirdiyse de korkusundan açılamadı ona. İkinci gün, üçüncü gün de böyle geçti. Nihayet mecbur kalıp açtı maksadını hazret-i Ali'ye...