Hüdâyî Yolu...

A -
A +

Hoca Hamza Efendi, Gelibolu evliyasındandır. Bir gün şunu anlattı sevdiklerine: Osmânlı Pâdişâhı Birinci Ahmed Han, büyükçe bir cami yaptırmaya karar verir. Yer, Sultanahmet'tir. Ayasofya'nın tam karşısına düşer. İnşaat başlar. İlk kazmayı, Padişahın emriyle "Aziz Mahmud Hüdâyî" vurur. Ve bir cumâ günü cami tamamlanır. O gün "Açılış" yapılacaktır. Herkese haber salınır. İyi de "Cumâ hutbesi"ni kim okuyacaktır? Padişahın zihninde bellidir isim: "Aziz Mahmud Hüdâyî"... Ve verir emrini: - Derhal çağrılsın bu Hakkın velîsi! Mübarek, Üsküdar'da oturmaktadır. Haberi alır almaz iskeleye koşar. Fakat o da ne? Bir fırtına, bir rüzgâr. Dalgalar, sıra dağlar gibi kıyıya çarpar. Ama mutlaka karşıya geçmelidir. Zira Padişah emridir bu. Etrafa bir göz atar. Kimsecikler yoktur ortalıkta. Öyle ya, bu havada kim geçmek ister karşıya? Nihayet birini bulup, yaklaşır. - Evlat! Karşıya geçmek isterdik. Adam, şaşkın şaşkın bakar Ona. - Delirdin mi baba?! - Neden evladım? - Havaya baksana. Çıkılır mı bu fırtınada? - Çıkılır evlat. Allah büyüktür. - Âmenna. - Haydi öyleyse, gidelim. - İşin mühimce galiba. - Evet. Padişah emridir, gitmeliyim. - Pekâlâ baba, gel bakalım. Büyük Velî, "Bismillah" der, biner kayığa. Çok geçmeden varırlar "Sarayburnu"na. Sâkin, sessiz ve râhat. Dalgalar, adam boyu gelirler ard arda. Fakat kayığa dokunmazlar. Kayığın etrâfını sakin bir alan çevirmiş, sütlimân olmuştur o bölge. "Gelin" gibi süzülür âdeta. Kısa zamanda karşıya varırlar. İşte o günün hatırasına Üsküdar-Sarayburnu arasına bir isim verilir. "Hüdâyî Yolu"...