Kumlar, Emir Sultân'ın kerametiyle "Altın" olmuş, Vâlide Sultân, hazret-i Emîr'in talebine "Peki" demişti. Hemen bir bohça hazırlattı. İçine birer "mendil ve gömlek" koyup gönderdi dâmâdına. O esnada "Emîr Sultân" mangalını yakmış, odasında oturuyordu ki, kapısı çalındı. Saraydan gelen vazifeli, girip arz etti bohçayı: - Vâlide Sultânın hediyesidir efendim. Emîr Sultân memnun oldu. - Çok teşekkür ederim. Ve yer gösterdi kendisine. - Şöyle buyurun! Sonra açtı bohçayı. İçinden bir mendil çıkardı. Arasına mangaldan bir adet irice bir "Köz" koyup uçlarını kapattı ve uzattı o gelene. - Vâlide Hanıma selâmımı söyleyin. Biz fakîr dervîşin hediyesi de bu olsun. Adam şaşkınlık içinde aldı mendili. "Ne acâyip şey" diye düşünerek ayrıldı oradan. Ama çok merak ediyor, "O köz, mendili nasıl yakmıyor?" diyordu içinden. Saraya kadar zor tuttu kendisini. Nihayet varıp arz etti Valide Sultâna. Ve bir keramet Mendil merakla açıldı sarayda. Ama hayret! Mendilin arasında, "Köz" yerine gözleri kamaştıran bir "Elmas" parçası duruyordu. Saray halkı da buna çok şaşırıp; - Bu, onun bir kerâmeti! dediler. Ama bütün bu haberleri, bazı kötü niyetli kimseler Bâyezid Hân'a kasten yanlış aksettirdiler. Hâkan da, gerçeği bilmediği için; - Bak hele! diye kükredi birden. Kızımız bir dervîşe verilirmiş! Emretti bir paşasına: - Derhal Bursa'ya git! Kızım Hindû Sultânla o dervişin başlarını al getir! Süleymân Paşa, yanına kırk er alıp koştu Bursa'ya. Ama Vâlide Sultân izin vermedi. - Bu iş, sandığınız gibi değil, dedi. Dinlemeyip, zorla girdiler saraya. Tam "Emîr Sultân" ile "Hindû Sultân"a yaklaşmışlardı ki, gâibten kırk adet ok atıldı ve o kırk sipâhînin hepsi de cansız olarak yerlere serildiler. Bizimkiler mi? Kıllarına bile zarar gelmedi. "Devamı yarın"