Hazret-i Ömer "radıyallahü anh", halife iken her gece şehri dolaşırdı. Bir derdi, sıkıntısı olan var mı? Bunu araştırırdı. Varsa, yardım ederdi onlara. Bununla beraber devamlı ağlardı. Sordular bir gün: - Devâmlı ağlarsınız. Neden acaba? Derin bir "Aaah!" çekti. - Nasıl ağlamıyayım. Bir koyun, Fırat'ın kenarında dolaşırken hastalansa, yârın mahşer gününde benden sorulacak. *** Vefatından bir yıl sonra bir sahabî rüyada gördü onu. Ancak çok yorgun ve bitki görünüyordu. Sizi bitkin gördüm Sordu o sahabî: - Yâ Ömer! Sizi bitkin gördüm. - Evet, çok yorgunum. - Neden? - Ben öleli ne kadar oldu? - Bir sene. Neden sordunuz? - Biliyor musun, öldüğüm günden şu ana kadar hesap hep veriyordum. - Peki nasıl geçti? - Çok zor. İnce ince nesaba çektiler. - Ya netice? -Rabbimin rahmeti yetişmeseydi kurtulamayacaktım. *** Bir gün de yolda Hz. Huzeyfe'ye rastladı. - Yâ Huzeyfe! - Buyur yâ Ömer. Bir şey soracağım - Efendimiz, münafıkların listesini sana verdi değil mi? - Evet. - Bununla ilgili bir şey sormak istiyorum. - Buyur ey halife. - Ama doğru söyleyeceksin. - Ne demek, tabii ki. - Pekâlâ, ben de var mıyım o listede? Hz. Huzeyfe şaşırdı. Hiç böyle bir sual beklemiyordu çünkü. Ancak hazret-i Ömer ciddiydi. - Lütfen söyle! Ben var mıyım? Mecburen cevapladı: - Hayır yâ Ömer, sen yoksun. - Doğru söylüyorsun değil mi? - Vallahi doğru söylüyorum, sen yoksun. Bu cevap, rahatlattı hazret-i Ömer'i...