Safvân bin Süleym "rahmetullahi aleyh", tâbiînin büyüklerindendir. Öyle çok ibadet ederdi ki, yarın öleceğini bilse, daha fazlasına gücü yetmezdi. Çok namâz kıldığından ayakları şişerdi. Namâzlarda ağladığından, seccadesi hep ıslak olurdu. Bir gün ona sordular: - Niçin çok ağlarsınız? - Kıyâmette ağlamamak için. - O gün ağlanacak mı? - Evet, ama iki kısım insan ağlamaz. - Kimlerdir onlar? - Allah korkusu ile hiç harama bakmayanlarla Allah korkusu ile gözyaşı dökenler. *** Zamanın halîfesi de iyi tanır ve severdi bu zatı. Bir gün onun bulunduğu şehre gelmişti. Vali ile şehri gezerken, bir mescitte birini bu zata benzetip valiye sordu: Şu zat kimdir? - Şu direğin yanında oturan kimdir? - Ona Safvân bin Süleym derler. Tahmininde yanılmamıştı. Hizmetçisinin eline bir kese altın verip, o mübareği gösterdi. - Bak, şu direğin yanında oturan zatı görüyor musun? - Evet efendim. - Bu keseyi götür, o zata ver! - Peki efendim. Hizmetçi, elinde kese ile ona doğru giderken, o, acele kalkıp namaza durdu. Hizmetçi yanına vardığında, o namaz kılıyordu. Oturup bekledi. Fakat İbni Süleym bir namazı bitirip, hemen öbürüne başlıyordu. Altınla işim yok Hizmetçi, bir fırsatını bulup keseyi uzattı kendisine. - Efendim, halife hazretleri bunu size gönderdi. - Neymiş o? - Galiba altın. - Benim altınla işim yok kardeşim. Hizmetçi şaşırmıştı. - İyi ama halife size gönderdi bunu. - Emin misin? Başkasına göndermiş olmasın? Garip, iki arada bir derede kalmıştı. - Efendim sizin isminiz Safvân değil mi? - Evet ama, sen git bir daha sor. Kime gönderdiğini iyice öğren. Hizmetçi sormaya gidiyordu ki, o, pabuçlarını giyip acele çıktı mescitten. Ertesi gün vali kendisini görüp sordu: - Niçin kabul etmedin altınları? - Benden daha fakirler var bu şehirde. - Ama siz de fakirsiniz. - Olsun, onlara verilirse daha çok sevinirim.