Peygamber Efendimiz ve şanlı sahâbîler, "Uhud" harbinden dönmüş, Medine'ye giriyorlardı. Kadın ve çocuklar, yollara dökülmüş, gazileri karşılıyorlardı. Hepsi de aynı kişiyi merak ediyordu: Sevgili Peygamberimizi... "Kebşe Hâtun" da düşmüştü yollara. Lakin Efendimizi sağ görememek endişesiyle pek mahzundu. Oğlu "Amr" şehid olmuştu. Ama ne gam. O, Peygamberimizi merak ediyordu. Ve gördü nihayet. Sağ ve selametteydi. Şükretti. - Elhamdülillah! Sevinçle koştu huzuruna . - Yâ Resûlallah! Anam, babam, canım sana feda olsun! Seni sağ gördüm ya, dert değil gayrisi. Ey Sa'dın annesi! Oğlu Amr'ı sormadı bile. Ama Resulullah teselli ettiler: - Ey Sa'dın annesi! Sana müjdeler olsun ki, oğlun en yüksek mertebeye erişti. Ve ilave ettiler: - Mahşer günü size şefaat edecek. *** Bir de "Sümeyrâ Hatun" var. Resûlullah ve gaziler henüz Uhud'dan ayrılmamışlardı ki, seğirtip gelmişti Medine'den. Onun da düşündüğü tek kişiydi Sevgili Peygamberimiz... Onu hayatta görmek, tek emeliydi. Uhud'a vardığında, şehitlerle doluydu harp meydanı. Şöyle bir göz gezdirdi. "Babası"nı gördü yerde. Dert etmedi Ama fazla dert etmedi. Bir Fâtiha okuyup seğirtti ileri. Az ilerde tanıdık bir şehit daha gördü. "Kocası"ydı bu da. Lâkin derdi bunlar değildi. Onun tek düşündüğü, "Allahın Habîbi"ydi. Az ileride iki şehit daha gördü. Bunlar da "kardeşleri"ydi. Fâtihalar okuyup, koşturdu. Merakla Resûlullahı soruyordu gördüklerine. Ve nihayet gördü uzaktan. Elhamdülillah! Sağdı Resulullah. Unuttu bütün dertlerini. Sevinçle koştu huzuruna. - Yâ Resûlallah! Babam, kocam ve kardeşlerim şehîd düşmüşlerse de gam değil. Benim derdim sen idin. Hamd olsun ki seni hayatta buldum. Ve ekledi: - Sana bir şey olsaydı, mahvolurduk...