Bâyezid-i Bistâmî zamanında bir kişi vardı. Şeyh geçiniyordu. Hazret-i Bayezid'e birkaç talebesi gelip haber verdiler: - Efendim falan köyde bir evliya var. - Yaa, öyle mi? - Evet, keramet sahibi bir zat. Büyük Velî "Peki" buyurdu. - Madem öyle, ziyaret edip, sohbetinden istifade edelim. Ve kalkıp o köye gittiler. Tam köye yeni girmişlerdi ki, o şeyh de gözüktü ilerden. Çocuklar, onu hocalarına gösterdiler. - İşte efendim o zat geliyor. Bâyezid-i Bistâmî tam ona bakıyordu ki, adam yere tükürdü. Hazret-i Bayezid, bunu gördü ve döndü talebelerine: Geri dönüyoruz! - Durun! Geri dönüyoruz! - Niçin efendim? - O kişi, evliya olamaz. - Neden? - Kıbleye doğru tükürdü. O, gerçekten evliya olsaydı, kıble yönüne tükürmezdi. *** Bâyezid-i Bistâmî, bir sabah geç uyandı. Güneş doğduktan sonra. Sabah namazı kazaya kalmıştı. Öyle üzüldü ki, başladı ağlamaya. Gözyaşları sel olup aktı. O sırada, bir ses duydu gâibten: - Ey Bayezid! Seni affettim. Ayrıca da yetmişbin namaz ecri verdim sana. Çok sevindi. Kalk! Namazın geçiyor Aradan birkaç ay geçmişti ki, bir sabah namazı yine kazaya kalmak üzereydi. Zira güneş doğmasına çok az kalmıştı ki, o hâlâ uyuyordu. İşte tam bu sırada şeytan koşup dürttü onu. - Ey Bayezit kalk! Namazın geçiyor. Fırlayıp kalktı. Acele kıldı namazını. Ama çok merak etmişti. Öyle ya, şeytan neden uyandırmıştı kendisini? Çağırıp sordu: - Ey mel'un! Beni sen mi uyandırdın? - Evet. - Hayrola, sen böyle hayırlı iş yapmazdın? Şeytan açıkladı: - Hani geçenlerde bir sabah namazın kazaya kalmıştı da çok üzülmüştün ya, - Evet, çok gözyaşı dökmüştüm. - O gözyaşları hürmetine yetmişbin namaz ecri kazanmıştın. - Evet, - İşte bugün koşup uyandırdım ki, bir yetmişbin sevap daha kazanmıyasın.