Behlül Dânâ "rahmetullahi aleyh"... Hârun Reşîd, bu zâtı çok sever, nasihatlarından hoşlanırdı. Bir gün gördü onu. - El Behlül! Nicedir seninle görüşmek istiyordum. Behlül hiç oralı olmadı. - Ben istemiyordum. Harun kızmadı bu cevaba. - Nasihatına muhtacım. Konuştukları yer, saray ile kabristan arasıydı. Bu ikisini gösterdi ona. - Bir şu sarayına bak, bir de kabristana. Bundan ibret almayan, başka neden alır kı? Ve devam etti. - Yarın Allahın huzuruna çıkacaksın. - Biliyorum. - Hesaba çekileceksin. - Evet. Cevabın hazır mı? - Cevabın hazır mı? Harun Reşid, alacağını almıştı. Gözyaşlarıyla ayrıldı oradan. *** Behlül Dânâ, şehirde dolaşır, kimin yanlışını görse, ikaz ederdi. Bazıları rahatsız oldu bundan. Koştular Halifeye. - Behlül'den şikâyetçiyiz. - Neden? - İşimize karışıyor. - Fena mı, nasihat ediyor. - Bizim günahımızdan ona ne? Lütfen söyleyin, karışmasın bize. Hârun Reşîd, çağırdı Behlül'ü. - Halk senden şikâyetçi. - Neden? - İşlerine karışıyormuşsun. Nasihat ediyorum - Nasihat ediyorum. - Bırak, ne yaparlarsa yapsınlar. Her koyun, kendi bacağından asılır. Behlül, cevap vermeden çıkıp gitti. Birkaç koyun alıp kesti. Herbirini, bir sokağın başına astı. İnsanlar güldüler bu yaptığına. - Ne olacak deli işte. Lâkin birkaç gün sonra, etler kokmaya başladı. Mahalleli, yine koştu Halifeye: - Behlül'e bir şey söyle. - Ne var yine? - Pis kokudan bizar olduk. Harun Reşid çağırdı Behlül'ü. - Mahalleli senden şikâyetçi. - Ne yapmışım? - Kesip astığın koyunlar kokmuş. Herkes bizar olmuş. - Ben, senin dediğini yaptım. - Nasıl yani? - Her koyunu, kendi bacağından astım, onlara ne oluyor ki!.. Harun Reşid'in gözleri yine dolmuştu. Çünkü, bundan güzel cevap olamazdı...