Ahmet Feyzî Efendi "rahmetullahi aleyh", 1800'lü yıllarda Çorum'da yaşadı ve orada vefat etti. Talebesinden biri, bu zatı ziyarete gitti bir gün. Yolda düşündü kendi kendine: "Gidince arz edeyim. Bana bir himmet etsinler de, tasavvufta yüksek makamlara ereyim onun gibi." Bu düşünce içinde vardı huzura. Dergâhın önünde oturmaktaydı büyük Veli. Edeple varıp oturdu yanına. Tam mevzuya girecekti ki, mübarek zat oradaki tarihi bir çınar ağacını gösterdi bu gence. - Bu ne ağacıdır? - Çınar ağacı. Sonra bir gül fidanını gösterdi. - Şu nedir? - Gül fidanı. Peki şunlar nedir? Sonra da yerdeki otları gösterdi. - Peki şunlar nedir? - Çimendir hocam. Sonra sordu ona: - Peki evladım, bunların suyu, havası ve toprağı aynıdır da, boyları niçin farklıdır acaba? Hiç düşündün mü? Genç omuzlarını kaldırdı. - Düşünmedim hocam. Yerdeki otları gösterdi mübarek. - Mesela şu otlara ne yaparsan yap, gül olabilir mi? - Olmaz efendim. Gül, çınar olabilir mi? Sonra gülü gösterdi. - Peki şu gül, çok emek verilse de çınar olabilir mi? - Olmaz hocam. Ve sustu mübarek. O genç, ancak anlıyabildi hocasının ne anlatmak istediğini. Pişman olup sarıldı ellerine. - Bağışlayın hocam, yanlış düşünmüşüm. *** Bir gün de biri sordu bu zata: - Hocam, herkes tarafından sevilmek istiyorum. Ne yapayım? - Öyleyse kendini sevme. Soran kişi pek anlayamadı. - Nasıl yani? - Demem o ki, bir kalpte iki sevgi bulunmaz. İnsan ya Allahı sever, ya da kendini. Ve izah etti: - Kendini sevmezsen, seni herkes sever. Seversen, kimse sevmez. Şimdi anladın mı? - Anladım hocam.