Seyyid Ahmed Bedevî "rahmetullahi aleyh" / Boğaza takılan kılçık!

A -
A +

"Ebül Kays bin Ketîle" ismi ile, Mısır'da, Bir âlim var idi ki, meşhurdu o asırda. Bu âlim, bir iş için çıktı bir gün sefere. Geldi "Seyyid Ahmed"in medfun olduğu yere. İşitmişti önceden, onun nâm ve ününü. Lâkin tam bilmiyordu, mânen üstünlüğünü. Tesâdüf o beldeye uğrayınca nihâyet, İnsanların hâlini görünce etti hayret. Zîrâ şâhid oldu ki, "Büyük bir velî" diye, Halk, çok ilgi gösterir "Ahmed-i Bedevî"ye. Kendi de, ilmi ile meşhurdu gâyet iyi. Fazla buldu bu zâta gösterilen ilgiyi. Ve oranın halkına dedi ki: (Ey insanlar! Bu kadar iltifât ve ilgiye ne lüzum var? Bu zâtı, daha önce duymuştum ben de, fakat, Lüzûmundan fazladır o zâta bu iltifât.) Onlar, bu âlim için "Yabancıdır" diyerek, Üstünde durmadılar normal şey addederek. Evlerine götürüp, yemek ikrâm ettiler. Sofrada "Balık" vardı, berâberce yediler. Lâkin olmadığından balığa pek alışık, Takıldı balık yerken, boğazına bir "Kılçık". Öyle ki, gitmiyordu ne ileri, ne geri. Muvaffak olamadı çıkarmaya hiçbiri. Çok tabîbler getirdi ev sâhibi evine. Çok uğraştılarsa da, çıkmadı kılçık yine. Âlimin ıstırâbı, gün be gün artıyordu. Lâkin buna, hiç kimse çâre bulamıyordu. Yemek ve içmekten de, kesildi en nihâyet. Hiç de onun başına gelmemişti böyle dert. Başını öne eğip, düşününce o bunu, Anladı bir "İkâz-ı ilâhî" olduğunu. Dedi ki: "Ben o zâta, bulundum sû-i zanda. Bunun için bu derde dûçâr oldum şu anda. Demek ki, Hak indinde büyükmüş meğer o zât. Herkes, haklı olarak gösterirmiş iltifât. Gerçi beni, bu babda îkâz etti insanlar. Lâkin ben, o sözlere etmedim hiç îtibâr." Bunları düşünerek, o kendi kendisine, Geldi "Seyyid Ahmed"in mübârek türbesine. Kalbindeki o inkâr, gitmişti şimdi artık. Doldurmuştu yerini, bir "Nedâmet", "Pişmânlık". İki diz üzerine oturdu edebinden. Ve "Yasin-i şerîf"i okuyordu ki, birden, O anda, boğazına geliverdi bir gıcık. Öksürünce, yerinden fırlayıp çıktı "Kılçık". O büyük "Evliyâ"ya, hüsnü zan eyleyince, O kılçık belâsından, halâs oldu böylece.