Seyyide hürmet...

A -
A +

İmâm-ı Şâfiî "rahmetullahi aleyh", bir gün Bağdat Camii'nde talebeye ders veriyordu. Lâkin ikide bir yerinden kalkıp kalkıp oturuyordu. Bu hal, on-onbeş defa tekrarlayınca, talebeyi merak sardı. Dersten sonra, birisi huzuruna vardı. - Bir şey sorabilir miyim hocam? - Tabii evladım, sor. - Efendim, ders esnasında kalkıp kalkıp oturdunuz. Hikmetini merak ettik. Büyük İmam izah etti: - Evladım, bir seyyid çocuk kapı önünde oynuyor, oyun îcâbı, bâzan kapı önünden geçiyordu. O çocuğun her geçişinde ayağa kalktım, sonra oturdum. - Neden hocam? - O seyyide hürmeten evladım. Bir evlad-ı Resul ayaktayken oturmak uygun olur mu? Paraya elini sürmedi Bir gün de, bir talebesiyle birlikte camiden çıktı. Çocuk bazı şeyler soruyor, İmam da cevap veriyordu. Bir ara, bir genç edeple yanaştı İmam'a. Elinde bir kese tutuyordu. İmam şefkatle baktı gence. - Buyur evladım. - Efendim filan kişinin size selamları var. - Aleyküm selam. Sonra o keseyi uzatıp arzetti: - Bu altınları size gönderdi. Kabul etmenizi rica ediyor. İmam elini sürmedi keseye. - Peki evladım, onu şuraya bırak! Genç, altın kesesini bir kenara bırakıp geri döndü. Allah razı olsun Az sonra, orta yaşlı biri gelip selam verdi - Efendim, ben fakir bir kimseyim. Bir de çocuğumuz oldu. Bebeği sarmak için bez bile yok evimizde. - Paraya mı ihtiyacın var? - Evet hocam. İmam-ı Şafii, kenardaki keseyi gösterdi ona. - Şunu al. İçinde altın varmış. İhtiyacını görürsün. Adam sevinçle aldı onu. - Allah razı olsun. Halbuki İmam, kendi de yokluk içinde yaşıyordu. *** Bir gün yine İmâm-ı Şâfiî hazretleri Mekke'ye geldi. İnsanlar, akın akın gelip dini sualler sordular. Hepsine doyurucu cevaplar verdi. Yanında "Onbin" dirhem parası vardı. Tamamını dağıttı fukaraya. Tek dirhem bile kalmadı. Paralar bitince, bir "Oooh!" çekip mırıldandı: - Elhamdülillaaah! İşte şimdi rahat ettim.