Zâhid-i İsfehânî "rahmetullahi aleyh", Basra'da yetişen âlimlerdendir. O zamanlar bir "Tâun" illeti kasıp kavuruyordu ortalığı. Yakalanan, kurtulamıyordu. Nice taze fidanlar düşüyordu toprağa. İşte o günlerde bir kişi geldi bu zata. - Hocam, üç oğlum tâundan öldü. - Yaa, Allah rahmet etsin. - Şimdi de dördüncü oğlum yakalandı. - Öyle mi? - Evet. Dua edin de şifa bulsun. Buyurdu ki: - Hastalığı veren de Allahü tealadır, şifayı verecek olan da. - Ya sizler? - Biz, aciz birer kuluz. Adamın gitmeye niyeti yoktu. Dua almadan gitmem. - Hocam, duanızı almadan şurdan şuraya gitmem. Mecbur kaldı mübarek. Kalktı ve iki rek'at namaz kılıp açtı ellerini: - Yâ Rabbî! Şifa ver bunun oğluna! Bir dua, bu kadar mı çabuk kabul olurdu? Oğlu kapıda karşıladı kendisini. Sapasağlamdı. Sevinçle sarıldı oğluna. - Ne oldu anlatsana! - Neyi anlatayım? - Nasıl iyileştin? - Bilmiyorum. Az önce kımıldamadan yatıyordum. - Evet. - Birden iyileştiğimi hissettim ve fırladım ayağa. - Şimdi iyi misin? - Çok iyiyim. Cehennemin ateşi! Bir genç sordu bu zata: - Hocam, Cehennemde ateş yoktur deniyor, doğru mu? - Evet, doğru. - Peki nasıl yanacak insanlar? - Herkes ateşini dünyadan götürecek evladım. - Nasıl yani? - Dünyada işlenilen küfür ve günahlar var ya, - Evet, - İşte bunlar, ahirette "Ateş" olup, sahiplerini yakacak. - Ya iyi iş ve ibadetler? - Onlar da birer "Cennet nimeti" olacak sahibine. Nasıl? - Köşk, huri, ağaç gibi. - Anladım hocam.