"Var mısın güreşe?"

A -
A +

Zamân-ı saâdette, "Rekâne" adında bir müşrik vardı ki, iri cüsseli bir pehlivandı. Sırtını yere getiren yoktu o havalide. Bu, bir gün sahrada koyunlarını otlatıyordu ki, Efendimizle karşılaştı birden. Ve kibirle seslendi: - Halkı Lât ve Uzza'dan ayıran sen misin? Efendimiz vakarla cevap verdiler: - Evet, benim! - Sana bir teklifim var. - Söyle nedir? - Benimle güreşe var mısın? Bakalım hangimizin tanrısı ona yardım edecek? Efendimiz aynı vakarla cevap verdiler: - Olur, güreşelim. Ve tutuştular. Resulullah, bir anda Rekâne'yi kaldırıp vurdu yere. Rekâne şaşkındı. Güçlükle kalktı yerden: - Bu olmadı, bir daha güreşelim. - Hayhay. Rekâne perişandı Tutuştular. Efendimiz, onu yine kaldırıp yere vurdu. Rekâne perişandı. Yerden kalkarken söylendi: - Bu da olmadı, tekrar güreşelim. - Kabul. Yine tutuştular. Netice aynı. Rekâne hiç beklemediği bir şeyle karşılaşmıştı. Çarpılmıştı adeta. Mecburen kabul etti yenilgiyi: - Tamam, sen kazandın. Yalnız bir ricam var. - Nedir o? - Şehre inince halka ne diyeceksin? - Doğrusu neyse onu. - Doğrusunu söylemesen? - Olmaz, ben peygamberim. Ben yalan söylemem Rekâne yalvarır gibiydi: - Hiç mümkünü yok mu? - Hayır, ben doğru söylemekle emrolundum. - Yâ Muhammed! Anladım. Sen beni peygamberlik gücünle yendin. Sürümden otuz koyun vereyim, mükâfatı bu olsun. Efendimiz istemediler: - Koyunu ne yapayım. - Peki ne istiyorsun? - İmân et ve Cehennemden kurtul. - Ederim, ama bir şartla. - Şartın nedir? - Bir mucize göster. Yakında bir ağaç vardı. Efendimiz seslendiler: - Ey ağaç, ben kimim? Ağaçtan ses geldi: - Sen Allahın kulu ve Peygamberisin. Rekâne bunu görüp, îmâna geldi hemen. Ve kurtardı kendisini Cehennemden.