Ömer bin Abdülazîz "rahmetullahi aleyh" halife seçildiği gün, Sâlim bin Abdullah adındaki bir âlime mektup yazıp rica etti: - Bana, hazret-i Ömer'den bilgi ver. Onun izinden gitmek istiyorum. O da şöyle yazdı: - Çok zor. Allah yardımcın olsun. Ve şu bilgileri verdi: - Hazret-i Ömer halîfe olunca, eshap maaş tâyin ettiler kendisine. O, bunu fazla görüp kabul etmedi. Yarısında anlaştılar. Daha sonra arttırmak istedilerse de, bunu ona öylemek yürek isterdi. İki sahabî bunu göze aldılar. Söylemeye giderken, hazret-i Osman durdurdu onları: - Nereye gidersiniz? - Halifeye. - Hayrola, ne için? - Maaşını arttıralım diye teklif edeceğiz. Boşuna gitmeyin Hazret-i Osman çok şaşırdı: - Siz Ömer'i tanımaz mısınız? - Tanıyoruz elbette. - Öyleyse boşuna gitmeyin. - Neden? - Kabul etmez. Üstelik de kızar size. Benden söylemesi. - Peki ne yapalım? - Kızı Hafsa'ya söyletebiliriz. Belki kırmaz onu. - İyi fikir. Ve doğruca hazret-i Hafsa'ya gittiler. Durumu anlatıp, sıkı sıkı tenbih ettiler: - Aman haa, bizim gönderdiğimizi söyleme sakın! - Olur, söylemem. Korkulan olmuştu Hazret-i Hafsa, babasına gidip arzetti meseleyi. Ama korkulan olmuştu. Hazret-i Ömer kabul etmediği gibi celallenip çıkıştı ona: - Kızım seni kim gönderdi? - Söyliyemem baba, söz verdim. - Peki Allah için söyle. Kaç elbisesi vardı o Serverin? - Sadece iki kat. - En kıymetli yemeği neydi? - Arpa ekmeği. Bazan onu da bulamazdık. - Peki, en rahat yaygısı? - Kaba kumaştan bir yaygımız vardı. Kışın yorganımızdı, yazın minderimiz. - Öyleyse git de sor onlara. Resulullahın dünyada yaşayışı böyleyken, başka türlü yaşamak yakışır mı Ömer'e? Ve verdi talimatını: - Git, söyle. Bir daha böyle şeyler için seni bana göndermesinler! - Peki babacığım.