Yoksa yanarsınız!

A -
A +

Molla Halîl Si'rîdî... Hal ehli bir veli. Bir gün, - Kardeşlerim! buyurur. İslam alimlerini tanımasaydık, halimiz ne olurdu? Onların sayesinde hakkı batıldan ayırdık. Bizi küfürden kurtardılar. Ve ilave eder: - Müminler, Cennette kavuşacakları nîmetleri bir bilseler, o anda kendilerinden geçer, sokakta oynarlardı. Ve şunu anlatır: *** Bilâl-i Habeşî, bir gün mescit içinde oynamaya başlar. Hazret-i Ömer, onu görüp çok şaşırır. Zira mescitte Resulullah da vardır. Yaklaşıp fısıldar: Mescitte oynanır mı? - Ya Bilal! Ne yapıyorsun? Hiç mescitte oynanır mı? Ama o aldırmaz. Devam eder oynamaya. Hatta, ona Resulullahı gösterir: - Bak! der, mescidin sahibi işte orada. Bana ancak o karışabilir Bunu hazret-i Ömer'e söyler. O hazret-i Ömer ki, gadabıyla meşhurdur. Ona bunu söylemek yürek ister. Ama o söyler işte. Çünkü kendinde değildir. Hazreti Ömer anlar durumu, üstelemez. Gider, Resulullaha arz eder. Efendimiz onu çağırırlar. - Ya Bilal! Az önce ne yapıyordun? - Oynuyordum ya Resulallah. Sevinçten oynuyordum - Sebep? - Sevincimden. Rabbime, bir ihsanından dolayı teşekkür ediyordum. - Nedir o şey? - Ya Resulallah! Allahü teala sana her şeyi verdi. Ama bir şeyi vermedi. - Nedir o vermediğ bir şey ya Bilal? - Hidayet... Bu, senin elinde olsaydı, önce akrabanı imana getirirdin. Onlardan sıra bile gelmezdi bana. Ama bakın, kendi akrabaların seni inkar ederken, Rabbim bana imanı nasib etti. Sana inandım. Aşığın oldum. Hem de Habeşli bir köle iken. Ve şöyle bitirir sözünü: - Bu, Rabbimin ihsanı, ya Resulallah! Onun için oynuyordum. Lütfen bağışlayın. Bu sözler, Resulullahın hoşuna gider. Tebessüm ederler. Hazret-i Ömer'e döner, - Bırak ya Ömer! buyururlar. Bırak oynasın!..