“Feridun Ağabey, ben üç yaşında ağabeyim beş yaşında iken annemizin babamızın birbiriyle geçinemedikleri için ayrılmaları sebebiyle (iyi ki birbirinin canına kastetmemişler) yetiştirme yurduna bırakılmış ve devletin elinde büyümüş binlerce çocuktan biriyiz. Şimdi ben ve birçok arkadaşım kendi ayakları üstünde duracak hâle geldik kocaman olduk ama hayata hep bir sıfır yenik başlayanlardan sayıldık. Kendi kendimizi motive etmek için diğer insanlardan daha çok uğraşmak zorunda kaldık. Tamam hayatı başarmaya çalıştık ve zannediyorum başardık ama içimizdeki annesizlik ve babasızlık duygusunu ömrümüz oldukça üzüntüyle, acıyla ve kırgınlıkla bir o kadar da hasretle hissetmeye devam edeceğiz. Şimdi her ikisi de hayatta ve her ikisi de hayatı başaramamış iki zavallı. Ben her ikisine de aldıkları bu bencilce ve saçma karar sebebiyle öfkeleniyorum, kahroluyorum ama onlara yine de annem olarak babam olarak sevgimi saygımı her daim gösteriyorum. Zaten ikisi de hayatı başaramamış. İkisi de hayatta kaybetmiş iki zavallı. Düşünüyorum da belki de yıllar öncesinde ayrılma kararı vermeden önce destek alsalardı, yardım alsalardı hatta gerekirse tedavi olsalardı en ufak bir sıkıntıda 'biz bu işi yürütemiyoruz' diyerek mükemmel bir yapı olan evliliği sonlandırarak hem kendilerini böyle perişan etmezler hem biz iki kardeşi de hayatta perişan bırakıp ayrılmazlardı...
Sizin aracılığınızla çocukları olan ailelere seslenmek istiyorum. Ne olur karar verirken duygularınızla öfkelerinizle başkalarının yönlendirmeleriyle karar vermeyin. Ne olur birbirinizle olan sorunlarınıza çözüm ararken lütfen önce kendinizi düşünme bencilliğinde olmayın. Siz sorununuzu çözemediğinizde ayrılabilirsiniz. Ama biz çocuklar ne olacağız? Biz kimden nasıl ayrılacağız? İnsan annesinden ayrılabilir mi? Babasından ayrılabilir mi? Ama siz nasıl annesiniz, nasıl babasınız ki birbirinize 'sabredemiyorum' diyerek sadece kendinizi düşünüp birbirinizi terk etmeye karar verirken sizden olan ve sizin olan evladınızın ne olacağını düşünmüyorsunuz?..
Annem babam aklıma geldikçe hem onlara bu kararlarından dolayı üzülen hem yüreği acıyan bir evlat olarak bu duygularımı birbiriyle küs olan birbirine inat yapan, birbiriyle sorun yaşadığı için birbirini terk etmeye karar veren evlilere iletirseniz sevinirim. Belki yapacakları en büyük yanlışlıktan vazgeçerler” diyen Konya’dan "Çiğdem" rumuzlu okuyucumuz, bu konu öyle derin bir mevzu ki sayfalar dolusu anlatsak yetmez. Şu kadarını söyleyelim ki biz millet olarak çok duygusalız. Kararlarımızı verirken düşüncelerimizle değil genellikle duygularımızla veriyoruz. Biraz hüzünlendiğimizde, dertlendiğimizde kederlendiğimizde verdiğimiz karar normal zamanda vereceğimiz karardan bambaşka oluyor ve genellikle hatalı oluyor. Biraz öfkelendiğimizde hemen çok ciddi ve geri dönülmez kararlar veriyoruz. Gözünü karartma deyimi vardır bilirsiniz. Öfkelendiğimizde gözümüz kararıyor. Aldığımız kararın ne önünü düşünüyoruz ne sonunu. Ama genellikle bu kararın sonu büyük pişmanlıklarla sonuçlanıyor. Hani televizyon programcıları çekim yapacakları orijinal konu arıyorlar ya gidip hapishanelerdeki mahkûmlarla aldıkları kararların sonunda yaşadıkları pişmanlıkları anlatan programlar yapsınlar. Hapishaneler pişmanlıklarla dolu... Keşkelerle dolu... Ne yazık ki hiçbirinin bu verilen karardan doğan zararı telafi etmeye gücü yetmiyor. Geri kalan ömrü o yanlış kararın bedelini ödemekle geçiyor. Bu vesileyle hem evlilere hem herkese tecrübelerle ispatlanmış olarak öneriyoruz ki her elini sıkanla dost, her canını sıkanla düşman olmamalı insan. Öfkeli anında karar vermemeli. Kederliyken üzüntülüyken karar vermemeli... Karar verecekleri zaman akıllarını mantıklarını mutlaka çalıştırmalı... Vereceği kararın kimleri etkileyeceğini nelere mal olacağını neleri kazanıp neleri kaybedeceğini ve karardan sonraki hayatını nasıl etkileyeceğini hesap etmeli. F.A.
İstanbul’dan yazan Kadir Ç. İsimli okuyucumuz, kendinizi olduğunuzdan daha iyi veya daha kötü görebilirsiniz. Bu durumu test etmek tamamen elinizde. Eğer tahammül ederek kızmadan sinirlenmeden eleştiriye açık olabilirseniz çevreniz size nerede olduğunuzu ve nerede olmanız gerektiğini söyleyecektir. Dostlarınız size hatalarınızı, yanlışlarınızı, olmaması gereken hâllerinizi söylediğinde bu eleştiriye izin verirseniz kendiniz kazanırsınız. Eğer dostunuz da olsa kimsenin sizi eleştirmesine izin vermezseniz o zaman kimse sizi değerlendiremez. Sizden uzak dururlar veya size hoş gelecek sözleri söyler geçerler. Siz ise gerçek ile rol arasında gerilir durursunuz. Günümüz insanının temel sorunlarından birisidir bu. Ya olduğu gibi görünememek ya da göründüğü gibi olamamak. Eleştiriye açık olmayan bir durumda kimse gerçek kimliği ile imajı arasındaki farkı anlayamaz. Uçurum yaşasa bile bunun farkında olmaz. Bu ise kişiyi sürekli gergin kılar. İki ucu birden taşımak zordur. Yani yaşadığınız hayat ile rol yaptığınız hayat sizi gerer. İnsan sürekli rol yaparak yaşayamaz. Özetle insanın gerçek hayatı ile yaptığı rol hayat ne kadar birbirine yakınsa insan o kadar huzurlu ve mutlu olur. Selam ederim. F.A.