En büyük bankanın genel müdürü "Ekonomide frene basıldı, kemer sıkma şimdi başladı" dedi

A -
A +

Atatürk'ün kurduğu ve ilk Genel Müdürü Celal Bayar olan Türkiye'nin en büyük özel bankası İş Bankası son dönemde birbiri ardına projeler gerçekleştiriyor. Çevreden tarıma, teknolojiden eğitime yeni alanlarda önemli gelişmelere imza atıyor. Başta deprem bölgesi olmak üzere tam 750 bin çocuğu bilimle buluşturmak için başlatılan Bilim Kuşağı Atölyeleri projesi için Malatya'dayız... İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran belki de kendisinin ilgi alanı olan bilimsel gelişmeler konusunda Çocuk Evleri'ndeki çocukların anlattıkları projeleri heyecanla dinliyor.

 

Bu anlamlı ve duygusal buluşmanın ardından Genel Müdür Yardımcısı Suat Sözen'in organizasyonu ile Genel Müdür Hakan Aran ile sohbet ediyoruz...

 

Sevgili Vahap Munyar'ın "Bankacılık da konuşabilir miyiz?" diye başlayan cümlesinin ardından soruyorum:

 

-Nasıl görünüyor ekonomideki gelişmeler?

 

En büyük bankanın genel müdürü

 

Ardından sohbet derinleşiyor. Ve Türkiye'nin elinde en önemli bilgi seti olan Hakan Aran beklentilerini, enflasyonu, kredi ile ilgili gelişmeleri, faizi, doları her konudaki bilgilerini paylaşıyor... Bu önemli sohbetin bilgilerini biz de sizinle paylaşıyoruz... Hakan Aran temmuz ayının ikinci yarısından sonra vatandaşın frene bastığını aktarıyor ve şu bilgileri paylaşıyor:

 

"Temmuz'da ekonomideki soğumanın başladığını görüyoruz. 1-15 Temmuz arasındaki veriler, trendleri gösteriyor. 1-15 Haziran arası yapılan alışverişlerle 1-15 Temmuz arasındaki alışverişlere, kart kullanımına baktığınızda 1-15 Temmuz arasındaki kart kullanımının daha düşük olduğunu görüyorsunuz. Ayrıca sene başındaki toplam ticari ve bireysel kullanımla bugünküne baktığınızda da ocak ayının bile altına inen bir kullanım görüyorsunuz.

 

Bunlar, temmuz ayında vatandaşın frene bastığını gösteriyor. Kemer şu anda sıkılıyor. Kemer sıkma konusunu biz hazirana kadar hissetmedik. Ama temmuz ayından itibaren artık kemerin sıkıldığı görülüyor. Bu durum aslında politika yapıcılar için tercih edilen bir şey ama o tercih arka planda birtakım başka sorunların başlayacağını gösteriyor. Temmuz, ağustos, eylül ayı enflasyon rakamları muhtemelen bunu teyit edecek. Hep beraber göreceğiz. Artık baz etkisine ilave olarak aylık bazda da enflasyonun düştüğünü göreceğiz. Bu da aslında bence enflasyonun 31 Aralık'a geldiğimizde 38-42 bandında gerçekleşeceğini gösteren önemli bir öncü gösterge. Eylül ayında okulların açılması gibi faktörlerle artabilir ama bu gidişatı bozmaz kanaatindeyim. Mevsimsellik konusu bunu etkilemeyecek, 38-42 arasında bitecektir diye düşünüyorum."

 

 

Politika faizi yüzde 45'e indirilecek

 

 

Hakan Aran faizle ilgili yıl sonu tespitini ayrıntılandırıyor ve şöyle diyor:

 

 "Burada yıl içerisinde benim beklemediğim, sürpriz iki şey oldu. 45 olan politika faizinin mart ayında 50'ye çıkması. Bu bizim için sürprizdi. Çünkü bana göre 45 de bu hedeflere ulaşmak için yeterliydi. Ama tam 31 Mart öncesi piyasada çok ciddi spekülatif bir döviz atağı oluştu. Herkes seçimden sonra kur 50 lira olacak inancına kapıldı. Merkez Bankası o noktada güçlü bir mesaj vermek için mart ayında 5 puan artırdı. Bu 5 puan artış, beklemediğimiz bir artıştı.

 

Bu artışın (politika faizindeki artışın) ekonomiye olan etkilerini, reel sektöre olan etkilerini ilk defa temmuz ayında görmeye başladık. Artış, sıcağı sıcağına hemen etkilemedi, sonuçları şimdi temmuzda görülmeye başlandı. Enflasyonun 42'de biteceğini düşünürsek politika faizinin ekim, kasım, aralık ayı toplantılarının birinde tek seferde veya parça parça 50'den 45'e indirileceğini tahmin ediyorum."

 

 

Kanaatkârlar kalacak birileri elenecek

 

 

Hakan Aran sözlerini önemli bir hatırlatma ile sürdürüyor ve "Hayat sadece para politikasından ibaret değil" diyor ve şu noktaların altını çiziyor:

 

"Ekonomideki soğumanın, kemer sıkmanın reel sektörde, vatandaşta izdüşümü var. Hep beraber hâlâ daha krediye erişimin pahalı olduğu, krediye erişimin değil kredi kullanmama tercihinin olduğu ortamda nakit akışını yönetemeyen, doğru fiyatlamayı yapamayan, yanlış fiyatlamayla pazar dışında kalanların talep az olduğu için çabuk eleneceği, malını satamayacağı, o yüzden de nakit akışını döndüremeyeceği bir eylül-aralık ayı yaşayacağımızı öngörüyorum.

 

Eylül-aralık ayı ticaret dönsün, eve ekmek girsin, 'Bu konuda ben işimi devam ettireyim' anlayışıyla kanaatkâr fiyatlama yapanların işini döndüreceği; ama 'enflasyon bu kadar, benim bu malı yerine koyma rakamım bu, malımın fiyatı budur' diyenlerin oyun dışı kalacağı bir dönem olabilir. 'Ben tüm maliyetlerimi bu fiyatlamadan çıkartacağım' diyenlerin ise malına talep olmayacağı için, onların nakit akışı konusunda muhtemelen problem yaşayacakları bir son çeyrek göreceğiz."

 

 

Enflasyon yüzde 10'lu seviyelere inene kadar rahat yüzü yok

 

 

Hakan Aran devam ediyor, "Eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor" diyor ve şu mesajı veriyor:

 

"Merkez Bankası kasasını doldurana, yani döviz rezervlerini artırana kadar ve enflasyon yüzde 10'lu seviyelere gelene kadar bir denge noktası oluşmayacağı için ne ihracatçının ne üreticinin rahat yüzü görmeyeceği düşüncesindeyim. Onlar sıkıntı yaşamaya, kurdan şikâyet etmeye, 'Ben artık üretemiyorum, ihraç edemiyorum, maliyetim daha fazla' deyip, 'Sattığımdan zarar ediyorum' şikâyetine maalesef bu söylediğim konjonktür boyunca devam edecek. Bu şikâyetlerin önüne geçebilecek bir mekanizma yok. Çünkü şunu yapıyoruz biz: 'Ben bir şey yapayım ama onun sonuçlarıyla yüzleşmeyeyim.' Hayat böyle çalışmıyor. Hayattaki mekanizma bu değil. Eğer siz bir yanlış yaptıysanız, yanlışınızla yüzleşmeniz gerekiyor. Ve biz ekonomide yanlış bir politika izledik. İzlediğimiz yanlış politika, şu andaki sıkıntılarla yüzleşmeden, onu yaşamadan düzelmez. O yanlış yapılırken ihracatçı çok kazandı. Yanlış yapılırken yatırım yapan iş insanı çok kazandı. Yani çok ciddi bir şekilde Türk lirası ucuz bir şekilde ihracatçıya, üreticiye, yatırım yapana verildi. Uzun vadelerle verildi. Yüzde 8,5'dan verildi, 10'dan verildi, 12,5'dan verildi. Dolayısıyla bu kaynakları aldılar. Sorun şu: Bu kaynakları alıp ne yaptılar? Bu kaynaklarla kendilerinin daha verimli olmaları, daha rekabetçi olmaları için mi bir yatırım yaptılar? Yoksa zaten aslında her an rekabette fiyatta sorun yaşayabilecekleri bir üretim bandını çoğaltıp, 5 üretirken 10 üretip, 5 satacağıma 10 satacağım diye o mevcut olan teknolojiyi iki katına mı çıkardılar? Bu tek başına yapabileceği bir şey de değil. Yol gösterilmesi, yönlendirilmesi lazım. Biz şu anda öyle bir tabloya geldik ki, çok yüksek bir kapasite var elimizde ama kârlı değildi. İşte bence şu anda en büyük problemimiz bu..."

 

 

Peki gelecekte ne olacak?

 

 

Hakan Aran gelecek projeksiyonu da yapıyor ve şu bilgileri veriyor:

 

"Şu anda bunun 2025 yılındaki uzantısı nasıl olacak kısmı önemli. 2025 yılı için şöyle bir tablo var: Enflasyonun yüzde 42 olduğu ama Merkez Bankası hedefinin 14-21 bandında olduğu bir 2025 başlıyor. Merkez Bankası, 42'yi 14-21'e nasıl getirecek? Bu konuda ekonomiyi gevşetemez. Kredi büyümelerindeki yüzde 2 sınırı artıramaz. Dolayısıyla buradaki sıkışıklık ve pahalılık aslında yıl boyu devam edecektir kanaatindeyim. Yüzde 45 enflasyon varken yüzde 50 pahalı ise yüzde 25 enflasyon varken de yüzde 30 pahalı olacak. Pahalılık devam ediyor olacak. O yüzden 2025 yıl boyunca rahatlama bekleyen 'Nasıl olsa biraz hafifler, ben de paraya erişirim' diye düşünenler, nefesini 2025 sonuna kadar tutmayanlar da muhtemelen 2025 yılında çok zorluk yaşayacaklar. Bu tüm şirketleri, KOBİ'lerden büyük kurumsallara kadar herkesi önce maalesef vardiya azaltmaya, sonrasında üretim konusunda tüm verimlilik noktalarında verimlik artışı yapıp insanı biraz robotlarla, makineyle, yazılımla değiştirmeye iteceği için 2025 yılında işsizlik rakamlarının artacağını, bunun istihdam piyasasına olumsuz yansıyacağını göreceğimizi düşünüyorum. Bunun da Merkez Bankası'nı, elini daha çabuk tutacağı ve artık sıkılaşmayı istihdamı da belli bir oranda gözeterek yapacağı noktaya getirecektir diye tahmin ediyorum.

 

O yüzden enflasyonun 2025 yılını 14-21 bandının üzerinde bir noktada bitirebileceğini, 20-21 arasındaki bir yerin 2025 yılı sonu enflasyon hedefine uygun olacağını, bu durumda da 45 olan politika faizinin bu sefer 25'e kadar indirilme imkânı olacağını düşünüyorum. Buradan kredi büyümesinde izin verildiği kadar alanda o krediye erişip o krediyi akıllıca kullanan, iş yerinde verimliliği artırmak için kullanan firmaların güçleneceği, ama sorunlu alacak oranlarının, bankadaki donuk alacak oranlarının ticari tarafı da içine alacak şekilde artacağı bir 2025 yılı göreceğimiz kanaatindeyim.

 

 

5 yıl sonra Türkiye rekabetçi bir yapıya gelir

 

 

İş Bankası Genel Müdürü ekonomide bilimsel adımlar atılması gerektiğini vurguluyor ve şöyle diyor:

 

"Bu problemi her seferinde yaşamamak için, her seferinde 'ne olacak' demememiz için bu sefer gelecek olan paranın, bu sefer yabancı yatırımcıyı çekeceksek o kaynağın Türkiye'nin toplam faktör verimliliğini artıracak olan projeler etrafında kümelenmesi lazım. Bu da 5 yıllık bir planla olur. 5 yıl boyunca bu zihniyetle yatırımları böyle yaparsak, bu şekilde şekillendirsek 5 sene sonra Türkiye rekabetçi bir yapıya gelebilir. Ama şimdiki tabloda ellerindeki 2 milyonluk kapasiteyi yüzde 60 kapasiteyle kullanacaklar. Dolayısıyla kapasite kullanım oranları düşecektir.

 

Çözüm olmadığı için maalesef 2025 sonuna kadar sıkıntılı... Biz de finans kesimi olarak sağlıklı kredi kullandıramazsak aynı şekilde bu tablodan nasibimizi alacağız. Hepimiz için düzlüğe çıkmanın tek şartı; bu yola girdik, hatayı yaptığımız ilk noktaya geri dönmek. Hatayı ilk yaptığımız noktadaki geri döndüğümüz yer de artık Türkiye için kabul edilebilir bir enflasyon; enflasyona hane halkını, çalışanı, ücretliyi ezdirmediğin zamanki ücret artışının normal fiyatlara ve normal bir şekildeki verimlilik artışıyla da giderilebilecek, sanayiciyi yormayacak noktaya gelmesi. Sen fiyatını artıramayan bir ihracatçıyı, bir üreticiyi her sene yüzde 70'lere varan ücret artışı ve yüzde 50 enerji artışıyla yüz yüze getirirsen bu insan batar. O yüzden tekrar bunu bizim yüzde 10'lu seviyelere getirmemiz lazım ki bu kişiler rekabetçiliğini koruyabilsinler. Ama bu rekabetçilik çabuk gelmeyecek. Arka planda hep beraber sıkıntısını yaşayacağız. Bu anlattığım tabloda ülkenin karlılığı düşerken, reel sektörde sorun varken bankaların kârlılığının artması bence sorun olurdu. Eğer siz içinde bulunduğunuz bu şartlardan aynı şekilde etkilenmiyorsanız zaten yanlış bir şeyler yapıyorsunuz demektir. O yüzden ben sorunların, sıkıntının herkes tarafından paylaşılmasının iyi bir gösterge olduğunu düşünüyorum. Müşterileriyle her zaman yüz yüze bakan bir kurum olarak müşterimiz açken tok yatan konumunda olmak istemeyiz. O yüzden sıkıntıyı yaşıyorsak beraber yaşıyoruz. Bizim de bu dönemde sıkıntı yaşamamız kadar doğal bir şey yok. Aşarken de beraber aşacağız."

 

 

İş Bankası ne yapıyor

 

Ekonomideki gelişmeleri anlatırken bankanın da genel anlamda neler yaptığını Hakan Aran şu cümleleri ile aktarıyor:

"Biz İş Bankası'nın tüm beyin gücünü kullanarak projeksiyonları yapıyor, herkesin ortak aklıyla senaryoları oluşturuyoruz. Nerede ne kullanırız, karşılıklarımızı ne kadar güçlü tutarız, bir zorlukla karşılaştığımız zaman zarar etmemek adına neler yapmalıyız, krediyi nasıl yönetiriz, karşılık politikasını nasıl yönetiriz... Eğer tüm bu zorluklara rağmen iyi performans gösteriyorsak o sayededir. Aynı şekilde bilançolara baktığınız zaman da iki yıl boyunca bu yılların geleceğini öngören şirketler iyi bir performans gösterirken, kendileri için sürpriz olanlar maalesef bilançolarında da bunu göstermek durumunda kalacaklardır kanaatindeyim."

 

 

Kredi kartı çevrilemez hâle geldi

 

 

Kredi kartı ile ilgili bilgileri de veriyor Hakan Aran ve şu tespiti yapıyor:

 

"Bir önceki politikanın yanlışlığından bahsettim. O politikanın iki kaybedeni vardı. Birisi hazine ve kamu, ikincisi de dar gelirli, sabit ücretli vatandaşımız. Devlet kaybını vergiyle çıkartıyor, vatandaş da borcunu ödeyemiyor. O yüzden şu anda bizim bilançolarımızdaki ilk gösterge bireysel kredi ve kredi kartlarındaki ödenmeyen krediler konusunda oldu. Ödenmeyen borçlar çok ciddi bir şekilde artış göstermeye başladı. Yakın izlemedeki kredi kartlarının payı çok yükseldi. Sorunlu kredilere düşenlerde kredi kartlarının payı çok yükseldi.

 

Bir kredi kartının ortalama borcu 20-25 bin lira aralığına geldi. Cebinizde iki kredi kartınız varsa 50 bin lira borcunuz var. Dört kredi kartınız varsa, dört ayrı bankadan 100 bin lira borcunuz var demektir. Faizler artınca bunun çevrimi azaldı ve bu krediler artık çevrilemez hâle geldi. Bu, İş Bankası'nda böyle... İş Bankası çok geniş bir küme olduğu için sektörde de benzerdir diye düşünüyorum. 2022'de 10-12 bin civarındaydı. Şimdi ikiye katlandı, 20-25 bin lira aralığına geldi.

Türkiye'de kredilerin millî gelire oranı aslında tarihin en düşük seviyesine indi. 2024 yılında ilk çeyrek sonu itibarıyla yüzde 42,3'e indi kredilerin millî gelire oranı. 2020 yılında yüzde 74,5'e çıkmıştı. Yüzde 74,5'ten 42,3'e geldi. Kredi genişlemesinden, kredi büyümesinden bahsediyoruz ya enflasyonun aslında etkisini gösteriyor bu."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Recep oþo23 Temmuz 2024 20:05

Hakan bey mükemmel bir yazı yazmış herkesin okuması gerekiyor