Bugün, bayramın dördüncü günü... Bu sene Allahü teala bize de nasip etti, bu satırları size kutsal topraklardan yazıyoruz... Dünyanın dört bir yanından binlerce kilometre mesafeyi katederek gelen hacılarımızla, çok sevinçliyiz, gerçekten bayram ediyoruz. Nasıl sevinmeyelim ki; yeryüzünün Cennetine kavuştuk. Arafat'ta vakfeye durduk... Arafat çok mübarek bir mekandır. İlk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselâm ile Havva annemizin yeryüzünde ilk buluştukları yerdir. Bundan sonradır ki; insanlar dünyada, dünyaya gelmeye başladılar... O günden beri Peygamberlerin tamamı buraya değer vermişlerdir... Bizim yüzümüzden Cennetten kovulan, lânetlenen, bizim amansız düşmanımız olan şeytan taşlama vecibesini yerine getirdik... Hem de İbrahim aleyhisselâmın taşladığı yerde. Böylece o büyük peygamberin sünneti seniyyesini de hatırlamış olduk... Kurtuluşun, iki cihan saâdetinin nefis ve şeytan gibi iki azılı düşmanımızın düşmanlığında olduğunu unutmayalım... Peygamberimizden sonra en büyük Peygamber olan İbrahim aleyhisselâmın yaptığını yaparak, yani kurbanlarımızı keserek o mübarek insanların hatıralarını da böylece yâd ettik. İSTİFADE EDEBİLMEK İÇİN... Kurbanlarımızı kestikten sonra tıraş olduk ve ihrâmdan çıktık... Daha sonra, yeryüzünün en kıymetli mâbedi ve dünyanın neresinde bulunursa bulunsun, beş vakit namazda bütün Müslümanların yüzlerini döndükleri, hepimizin kıblesi Kâbe-i muazzamayı tavâf ettik... Bu tavâf ve sa'yda insanlara melekler de eşlik ediyorlar, onlar da, aynı ibadeti yapıyorlar. Bunları anlatmakta kelimeler aciz kalıyor, yaşayan bilir. Ne büyük saâdet... *** Bayramın faziletinden pay alabilmemiz için dikkat edeceğimiz bazı hususlar var... Günâhlardan sakınacağız, mübarek günlerdeki ibadetler çok sevap kazandırdığı gibi; günahları da büyüktür. Dargınların mutlaka barışmaları gerekir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: "Bir Müslümanın, üç günden çok dargın kalması helâl değildir." Kimin haklı, kimin haksız olduğuna bakmaksızın barışmak ve sevabın çoğuna sahip olabilmek için daha önce davranmaya önem verelim ve gayret edelim. Başta da arz ettiğimiz gibi, bugün dördüncü günü; henüz bayram bitmedi... Büyüklerimizi ziyaret edelim, dualarını almaya çalışalım. Onların duaları can simidi gibidir. Küçüklere şefkat gösterelim, fakirlere sadaka vermeyi ihmal etmeyelim. Onlara sıkıntılarını hiç olmazsa bu günlerde unutturmaya çalışalım... Yetim çocukları araştıralım, onlara baba şefkati gösterelim. Yetimleri koruyan, onlara yardım edenler cenette sevgili Peygamberimizle beraber olacaklardır... Bayram ziyaretlerini yalnız dirilere yapmayalım. Mevtâlarımızı da unutmayalım. Onların bu ziyarete dirilerden daha çok ihtiyaçları vardır. Bizim yemeye, içmeye olan ihtiyacımızdan daha çok onların duaya ihtiyaçları vardır. SALİH KİMSELER HÜRMETİNE... Bir gün bir hanım, Hasan-ı Basri hazretlerine gelir ve; "Benim bir kızım vardı, üç sene önce öldü, onun halini çok merak ediyorum, bana bir dua öğretseniz de yavrumu rüyamda görebilsem" diye yalvarır. O zat da bir dua öğretir, kadıncağız o gece kızını rüyasında görür. Kızının hali çok perişandır. "Ateşler içinde yanıyorum anne" der. Kadıncağız, ağlayarak uyanır, doğru Hasan-ı Basri hazretlerine gider ve der ki: "Kızımı gördüm ama, keşke hiç görmeseydim, çok sıkıntıdadır!.." Bu habere Hasan-ı Basri hazretleri çok üzülür. Çünkü, kadının üzülmesine kendisi sebep olmuştur. "Senin kızın hangi kabristandadır?" diye sorar ve o da yerini söyler... Birkaç gün sonra aynı kadın yavrusunu tekrar rüyada görür. Bakar ki kızı çok neşeli. Hayretle sorar: "Nasıl oldu yavrum böyle?" O da şöyle cevap verir: "Geçen gün, salih bir zat geldi, bize okudu. Rabbimiz onun duası hürmetine hepimizi affetti, ben de kurtuldum..." Mümkündür ki, bizim de okumamız onların affına sebep olabilir... Bu vesile ile biz de, bu mübarek beldelerden, hepinizin bayramını en içten duygularla tebrik eder, daha nice bayramlara sıhhat, afiyetle kavuşmanızı Yüce Rabbimizden dileriz...