Mânânın yanında maddenin değeri yoktur!

A -
A +
Eshab-ı kirâmda (aleyhimürrıdvan) mânânın yanında maddenin hiçbir değeri yoktu. Onlar hep manevî olanlara önem verirlerdi...


İnsan, ruhu ile insandır. Beden ona binek olarak yaratılmıştır. Madde, mânâya hizmet etmelidir. Aksi takdirde en kıymetli varlığı olan mânâyı, geçici ve fani olan maddeye fedâ etmiş olur ki, bu da çok yanlış olur, insanı çok büyük pişmanlığa sevk eder.
Eshab-ı kirâmda (aleyhimürrıdvan) mânânın yanında maddenin hiçbir değeri yoktu. Onlar hep manevî olanlara önem verirlerdi...
İslâm devleti kuruldu, İran ve Bizans fethedildi. Kisra ve Kayser'in hazineleri Başkent Medine-i Münevvere'ye taşındı. Bu muazzam iki devletin geliri, en kıymetli eşyaları bu mübarek beldeye aktı, âdetâ Müslümanların üzerine yağdı. Fakat müminleri ebedîlik yolundan çeviremedi! Onlar isteselerdi, bu iki büyük imparatorlukların enkâzı üzerinde, muazzam bir Arap saltanatı kurabilirlerdi. Çünkü bu devletlerin vârisi olmuşlardı.
Kisra, yalnız İran'ın geliriyle saltanat sürmüş, Herakliyus da sırf Bizans'ın mal ve mülkü ile debdebe içinde yüzmüş ise Hazreti Ömer, radıyallahü anh için bu iki imparatorluğun geliri ile saltanat sürmesi mümkündü ve elindeydi. Fakat o, bu âyet-i kerimeyi duymuştu: (El Kasas sûresi 83.) "İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde üstünlük sağlama arzusuna düşmeyenlere veririz. Sonuç takva sahibi olanlarındır."
Sanki onlar, Peygamberimizin aleyhisselâm vefatından önce buyurduğu şu hadis-i şerifi şimdi dinler gibi idiler: "Yemin ederim ki, bundan böyle sizin için fakirlikten korkmuyorum. Belki, sizden önceki ümmetlerin önüne dünyalık kapıları açılıp yek diğerine hased edilerek helâk oldukları gibi, sizin önünüze de dünya kapıları açılarak birbirinize hased edip helâk olmanızdan korkuyorum."
İslâm davâsının ruhunu böyle korudular. Peygamberlerinin örnek hareketlerine böyle sarıldılar. Çok şaşılacak şey; bu büyük fetihlerle İran ve Bizans medeniyeti denizine dalıp, ahlâklarından, prensip ve âdetlerinden hiçbir şey kaybetmeden, üzerleri ıslanmadan, sahil-i selâmete çıkmaları ve Eshâb-ı kirâmın bu bol İslâmı fütûhata rağmen, hâlâ ruh ve şahsiyetlerini, zühd ve mütevâzı yaşayışlarını koruyabilmeleridir.
İlk kurulan İslâm devletinin gâyesi ve şiârı hidayet, Allah'a davet ve Müslümanlara hizmetti. Devlet, ahlâk ve din uğruna muazzam mal kaybına uğrardı. Madde ile mânâ arasında tercih yapılacak olsaydı, maddeyi bir kenara iterdi ve bunu da seve seve yapardı...
Ömer bin Abdülaziz rahmetullah-i aleyhin adaletine şahit olan birçok gayrimüslim iman etmişlerdi. Daha önce cizye verenlerden artık bu vergi alınamayacaktı. Dediler ki: "Bunlardan vergi almazsak devlet bütçesi zayıflar. Bir müddet daha bunlardan vergi almaya devam edelim. Kendimizi güçlü gördüğümüz zaman artık almayız!"
Bu teklif Ömer bin Abdülaziz hazretlerini çok hiddetlendirdi ve; "Hayır, olamaz!" diye karşılık verdi ve ekledi: "Cenabı Hak Peygamberimizi Hâdi (hidayet edici) olarak gönderdi. Cabi (vergi toplayıcı) olarak göndermedi.
O mübarek insanın bu tevekkül ve teslimiyeti işe yaradı. Kısa süren hilâfeti müddetince akla hayale gelmeyen nimetlere kavuştular...
Maddî saltanat  ile manevi saltanatı birleştirenlerin sayısı çok azdır. İkisinden biri olur çoğunlukla. Fakat bu mübarek insana her iki saltanat da nasip oldu. Ama dünyaya ve içindekilere hiç değer vermedi...