AB-Türk Cumhuriyetleri Zirvesi üzerine...

A -
A +

Türk Cumhuriyetleriyle ilgili kamuoyunda tartışılan bir konu var.

 

Konu, Kazakistan’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde büyükelçilik açması; Özbekistan ve Türkmenistan’ın İtalya’daki Büyükelçilerinin GKRY’ne güven mektubu sunması ve Özbekistan’da yapılan AB-Türk Cumhuriyetleri Zirvesi ve alınan kararlar…

 

4 Nisan 2025’te Semerkant’ta AB-Orta Asya Zirvesi düzenlendi. Zirve, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan liderlerinin yanı sıra Tacikistan lideri İmamali Rahman ile AB Konseyi Başkanı Antonio Costa ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in katılımıyla gerçekleşti.

 

 "Geleceğe Yatırım" temasıyla yapılan bu toplantı, AB ile Orta Asya ülkeleri arasında liderler düzeyindeki ilk zirve olma özelliğini taşıyor. AB ve ABD’nin uzun zamandır bölgede gerek vakıflar aracılığıyla gerekse de diğer yumuşak güç diplomasisiyle çeşitli temaslarda bulunduğunu birçok yazımda defaatle vurgulamış ve dikkatli olunması çağırısında bulunmuştum.

 

Gerek AB gerekse de ABD özellikle yeşil enerji, jeopolitik etki ve ekonomik çıkarlar nedeniyle uzun zamandır bölge ülkeleriyle temas içindeydiler. Orta Asya ülkeleri de ekonomik destek ve yatırım, uluslararası tanınırlık, çok yönlü dış politika, ticaret ve pazar erişimi perspektifiyle bu teması destekler pozisyondaydılar. Ve bu zirvede AB ve Türk Cumhuriyetleri arasında çok boyutlu karşılıklı "kazan kazan" ilkesiyle imzalar atıldı. Her iki taraf da birçok manevra alanı temin ettiler.

 

Türk Cumhuriyetleri’nin Rusya ve Çin arasındaki sıkışmışlık pozisyonlarını AB ve ABD ile yaptıkları girişimlerle çok yönlü bir dış politikaya taşımak istediklerini buradan görmek mümkün.  

 

Bu toplantıda “AB-Orta Asya 2030 Geliştirilmiş İşbirliği Yol Haritası”nın uygulanması görüşüldü. Bu, uzun vadeli bir stratejik ortaklık hedefliyor. Ayrıca zirvede, yeşil enerji, madencilik, tarım, ulaştırma, lojistik, dijitalleşme, kültür, turizm ve eğitim alanlarında iş birliği konuları ele alındı.

 

Peki Türk Cumhuriyetlerinin KKTC’yi tanımadan Güney Kıbrıs’ı tanıması ve AB ile böylesi büyük kararlar almasına Türkiye nasıl bakar?

 

Ortaya çıkan durum evet, çok ciddi hayal kırıklığı oluşturan bir tablo çiziyor ancak bu Türkiye’ye karşı bir ihanet olarak görülmemelidir. Bu ülkelerin henüz 33 yaşında genç cumhuriyetler olduğunu, iki süper gücün cenderesinde kendilerine yeni çıkış kapıları arayışında olduklarını, daha geniş pazarlara açılma ihtiyaçları bulunduğunu söyleyelim.

 

Peki Türkiye, bu gelişmeyi diplomatik ve duygusal bir meydan okuma olarak tasavvur edebilir mi? Özellikle Türk kamuoyu “tek millet, çok devlet” anlayışıyla Türk Cumhuriyetlerini idealize ederken, bu son gelişmenin vuku bulması elbette bazı kırılmalara yol açacaktır.

 

Türkiye, TDT’na zarar vermeden bu konuya nazik bir dille bir yaklaşım getirebilir. Bu gelişme Türk Dış Politikasının daha proaktif bir tutum geliştirmesi gereğini de ortaya koyuyor. Yani olaylar gerçekleşmeden müdahale etme gereği önem arz ediyor.

 

Meseleyi duygusal değerlendirip kamuoyunda Türk devletleri arasına nifak tohumu eken kanaat önderi, gazeteci ve akademisyenlerin de daha itidalli olmasında yarar var. Hiç kimse unutmasın ki bu ülkelerin tümü birer bağımsız ülke. Kendi öncelikleri var, AB’nin cazibesi bazı konuları geri plana düşürmüş olabilir. Türkiye, Kıbrıs’ta iki toplumlu çözüm önerisini bu ülkelere yeni baştan anlatabilir. Diplomatik kanallar daha ısrarlı çalınabilir.

 

Sonuç olarak Türk Devletleri Teşkilatı’na zarar verecek yorum ve konuşmalardan itinayla uzak durmakta fayda var. Diplomasi kanalları bırakalım işlesin ve Türk dışişleri ve ilgili mekanizmalar gereğini yapsın…

 

Sert bir üslubun hiç kimseye yararı yok nitekim.

 

 

 

Meryem Aybike Sinan'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.