Çok şey olmuş! Hem de çok şey…
Arabesk bir sosyolojiye kapı araladığımızdan beri bir bir bütün değerlerimizden, bizi biz yapan ne kadar hasletimiz varsa tümünden soyunduk. Ruhumuz gitti, geriye cansız bir beden kaldı. Şimdi ruhunu kaybetmiş bu toplumda her gün bin türlü mesele ile yüzleşiyor ve hayrete düşüyoruz.
Hiç kimse abarttığımızı düşünmesin, eksik bile söylüyorum. Korkunç derecede üzgünüm ve çok ciddi kaygılarım var. Özellikle gelişmiş ülkeleri ve şehirlerini gezdikçe bu kaygım daha da büyüyor…
Bir hafta önce Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan şehrinde idim. Abim, yengem ve kızım Bengisu ile çocukluğumdan beri uzaktan sevdiğim bu kadim Türk şehrini gezelim dedik.
Bu şehirdeki huzur ve temizlik beni büyüledi. Öyle ki seneye bir kez daha gitmeyi düşünüyoruz. Halkının tavır ve davranışları şehirle öyle bütünleşmişti ki etkilenmemek elde değil.
Bu anekdotu özellikle anlatmam lazımdı. Kazan’da sık sık taksi kullandık. Gâh bir Türkmen, gâh bir Tatar gâh bir Rus denk geldi. Tümü de ciddi, dürüst ve saygılı insanlardı. Bir seferinde bindiğimiz takside yengem, iki yüz Rus rublesi yerine iki yüz dolar vermiş dalgınlıkla. Bizler arabadan inmiş yürümeye başlamıştık. Rus taksicinin geri geri gelerek bize korna çalması ile döndüğümüzde elindeki doları gösteriyordu. Yengem ruble yerine dolar vermiş meğer! İki yüz doların yirmi bin ruble değerinde olduğunu da söyleyeyim.
Açıkçası bizim taksicilerin üç kuruş fazla para almak için müşterilerine, özellikle yabancı turistlere çektikleri numaraları, kendi yaşadıklarımı hatırladıkça Rus taksi şoförünün bu tavrı gerçekten takdir edilesi.
Müslüman ahlaklı olur…
Bu sözü üniversitedeki bir hocamız sık sık ve ısrarla dile getirirdi. Ama bu düsturu unuttuk, toplumun bütün katmanlarında öyle bir yozlaşma öyle bir çürüme yaşandı ki bu sözün mahiyetini yorumlayacak basireti kalmadı insanımızın.
Genç Abdal, şu sözlerinde bu günleri görmüş gibidir:
“Mürşid-i Kamil’e, vermez özünü/Gaflet uykusundan, açmaz gözünü,
Taştan katı beter, söyler sözünü/İçi kâfir dışı Müslüman çoktur…”
Hayatımızı idame ettirmek için elimizi attığımız bütün alanlarda tabiri caizse kazıklanıyoruz. Beş kuruşluk evini yüz katı bedeline kiralayan, on kuruşluk evini bin kat bedele satan, kokuşmuş ürününe olmadık değerler atfeden bir insan kumaşımız var maalesef!
Hak, hakkaniyet, adalet, vicdan, merhamet, diğerkâmlık, vefa, utanma, sevgi gibi insani hususiyetlerimizi unutalı hayli zaman oluyor. Hayâ etme yetisini kaybeden insandan biz ne bekleyebiliriz?
Okullarımızda çocuklarımızı iyi yetiştiremiyoruz! Kök değerler diye adını cilaladığımız sözcüklerle çocuk yetiştirilmez! Ders kitapları facia ötesi kötü ve berbat… Anne ve babaların hayırlı ve iyi evlat yetiştirme derdi yok… İyi test çözen, iyi puan alan iyi insan olur sanrısı, bütün anne ve babaları esir almış. Bir yarış, bir hırs ve çocuklarının başarılarıyla böbürlenme sevdası…
Korkunç!
Oysa başarı Hakk’a uygun düşmektir…
Hasılı bütün bu kötülüklerin anası para pul sevdasından başka bir şey değil. Bizim insanımız paranın gücünü öğrendi, parayı sevmeyi öğrendi ama şükrü unuttu! Bir zamanlar bir yatak yorgan ve bir kuru ekmeğe şükürler eden o ruhu kaybettiğimizden beri hiç yüzümüz gülmüyor.
Söylenecek çok şey var lakin biz sözü buradan üstadımız Abdürrahim Karakoç’a bırakalım:
“Zorbaya rüşvettir 'nurol-çok yaşa'/ Mâbutlar, kıbleler değişti hâşâ
İnsanın kâğıda, demire, taşa/ Secdeye vardığı çağda yaşadık.
Görün hâlimizi biz insanların/ Tutsağı olmuşuz suizanların
Her zaman her yerde Müslümanların/ Müslüman kırdığı çağda yaşadık.”
Inanin gozlerim yasardi okurken, kaleminize, yureginize saglik...