Millî kültürün en önemli unsuru hiç kuşkusuz dildir.
Bir milletin birlik ve beraberliğini tesis eden yegâne amil de dildir. Dil bütün toplumun ortak paydasıdır, iletişim aracıdır, millî kültürün aktarıcısıdır. Öyle ki ortak bir lisanın, dilin olmadığı bir ülkede sağlıklı bir toplumun inşası da hayli güçtür ve hatta imkânsızdır…
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının geçen hafta İstanbul’da düzenlediği “Türk Dünyası Köşe Yazarları Sempozyumu” boyunca beni en fazla rahatsız eden şey Türk Cumhuriyetlerinden gelen kardeşlerimizin birbirleriyle konuşup anlaşamamaları idi. Türk Devletleri Teşkilatı üyesi ülkelerin medyalarında yazı yazan, söz söyleyen, fikir beyan eden medya mensuplarının çok azı Türkiye Türkçesine hâkimdi. KKTC, Azerbaycan’dan gelen gazeteci dostlarımız ve Kazakistan’dan gelen iki gazeteci dışında neredeyse Türkiye Türkçesini konuşan yoktu.
KKTC’den gelen gazeteci, yazar ve tarihçi Sabahattin İsmail, sempozyumda yaptığı konuşmada Türk dünyasının en azından bu kabil toplantılarda Türkiye Türkçesini esas alması gerektiğini söyledi. Ortak bir dilin zaman içerisinde yaygınlaşıp bütün coğrafyalara yayılacağını ifade eden İsmail, ortak Türk Edebiyatı, Türk Tarihi ve Türk Dili derslerinin bir koordinasyon içerisinde bütün ülkelerdeki okullarda okutulması gereğinden bahsetti.
Bu düşünce Türk Akademisi tarafından yazılan kitaplarla destekleniyor aslında. Dil politikası demek pek çok şeyi göze almak demektir. Bu politikanın yaygınlaştırılması tecrübe ile sabittir ki Rusya’nın bilgisi ve izni olmadan neredeyse imkânsız görünüyor! Ünlü Rus ideolog Nikolay İvonoviç İlminskiy tarafından parçalara ayrılan, farklı sayıda alfabelerle birbirinden ırak düşürülen Türk şiveleri ve dillerinin yeniden toparlanması, Türkiye Türkçesine yakınlaştırılması çok uzun bir süreç ve emek gerektirecektir!
Herkes Rusça, İngilizce biliyor, ne gerek var böyle şeylere diyenler olabilir. Ancak bu düpedüz kolaycılıktır, teslimiyettir. Türk milleti, er geç, dil problemini kökünden çözecek adımları mutlaka atacaktır. Bu bir millî görevdir, zarurettir…
Bu taraftan neden kardeşlerimiz bizimle iletişim kuramıyor diye serzenişte bulunurken peki ya biz ne yapıyoruz? Kaçımız Kazak Türkçesiyle günaydın (Hayırlı tan) diyebiliyoruz? Nasılsınız? (halımız kalay?) diye hatır sorabiliyoruz? Veya “seninle tanıştığıma mutlu oldum” (Sizben tanısqanıma qwanıştımın) şeklinde bir dilekte bulunabiliyoruz? Yani aslında biraz zorlasak, biraz gayret etsek Kazak Türkçesini öğrendiğimiz takdirde bütün Türk topluluklarını rahatlıkla anlayabileceğiz.
Türk dünyası, Türk medyasının büyük çoğunluğunun umurunda değil bunun farkındayım artık.
İletişim Başkanlığı, birçok medya mensubunu bu sempozyuma davet etmişti aslında. Gece açılış galasına katılıp yemeklerini yedikten sonra sabahleyin ortalıkta görünmeyen bu gazeteciler adına yazarımız Halime Gürbüz’ün de söylediği gibi bizler utandık. Türk dünyası bir sevdadır, her yürekte yanmaz zira!
Oysa İletişim Başkanlığı çok güzel hazırlanmıştı, çok verimli bir toplantı oldu. Türk Cumhuriyetlerinden gelen misafirlerimiz çok memnun ve mutlu ayrıldılar ülkemizden. İlk kez İstanbul’a gelen gazeteciler vardı. Özellikle Türkmenistan’dan gelen TV sunucusu olan Sevgili Leyla’nın Atavatan gazetesi ve televizyonu için benimle söyleşi yaparken Türkçe konuşamadığı için mahcubiyet duyması ve bunu dile getirmesi bile çok şey ifade ediyordu.
Yine Macar gazeteci Agnes Bordas da benimle bir söyleşi yaptı ve İngilizce “Türkçe öğrenmemiz lazım” dedi.
Kesinlikle öğreneceğiz, ama hep birlikte öğreneceğiz.
Öyle değil mi?