Antalya'da Yusuf Namoğlu ile uzun bir sohbet imkânı bulduk. Sanıyorum "mentor" olduğu için seminere davet edilmişti. Çok dolu ve derinliği olan bir duayen. Mühendis, belediye başkanı, milletvekili, işadamı, FIFA gözlemcisi... bütün bu kimliklerinin yanı sıra Hakem Derneği'nin kurucusu ve ilk genel başkanı. Derneği kurarken verdiği mücadeleyi anlattı. Mecliste hakemlik için gösterdiği çabayı dile getirdi. Kendisine ait o özel ses tonuyla camia için neler yaptığını dinledim. Düşündüm; acaba bu camia gereken vefayı gösteriyor mu? Maalesef! Namoğlu'nun hiçbir şeye ihtiyacı yok. Herhangi bir görev ya da beklentisi de yok. Seminer boyunca yalnızları oynayanlardandı. Seydi Karakuş aklıma geldi. O da milletvekili olunca, Mecliste hakemlerin görev yaparken "devlet memuru" sayılmalarını, kendilerine yapılacak saldırılarda cezaların buna göre olmasını sağlamıştı. Dönemin Spor Bakanı Fikret Ünlü ile bu konuda ciddi çaba sarfetmişlerdi. 2006 Hakem Derneği, seçimlerinde Seydi Karakuş bu gayretlerinin karşılığını Denetleme Kurulu'ndan çıkarılarak görmüştü! Yine bu camianın içinden Dr. Abdurrahman Arıcı 2007 seçimlerinde parlementoya girdi. Hazırlanan kanunda, dernek başkanının TFF genel kurullarında oy kullanma hakkı yoktu. Arıcı son anda önerge vererek bunu sağladı. Şu anda "Ana Statü" Mecliste. Arıcı, illerden gelen hakem tabanının önemli bir arzusunu gerçekleştirmek üzere olduklarını söylüyor. Arıcı, Meclisten geçecek olan ana statüye bir madde ekletiyor ki, camiaye derin bir nefes aldırtacak nitelikte. Madde şu: "Profesyonel maçlarda bütün hakemler, gözlemciler ve temsilciler görev yaptıkları süre içerisinde çalıştıkları iş yerlerinden izinli sayılırlar." Bu madde için yoğun bir mesai harcayan Arıcı, iktidar - muhalefet bütün milletvekillerinin kapısını aşındırıyor. Çoğu kamu görevlisi olan hakem camiası adına son derece rahatlatıcı bir durum. Arıcı Hoca bunu başarabilirse, belki yeni kuşak ahde vefa gösterir. Hakem tebligatı alıyor, maç almanın sevincini yaşayacakken, "iş yerinden gösterilecek hoşgörü ya da izinin" derdine düşüyordu. Hiç değilse, bu durum kanunla resmi bir kayda bağlanacak. >> Seminerin ardından Antalya'daki hakem ve gözlemci seminerlerini yakından takip etmeye çalıştım. Jorn West Larsen ve Jaap Uilenberg'in gözlemcilere verdiği derslerin basına kapalı olmasını anlayamadım. Yine hakemlerin kulüp başkanlarıyla yaptıkları toplantının basına kapalı olması da yersizdi. Mahmut Özgener'in başta 4 büyükler olmak üzere bütün kulüp başkanlarını aynı çatı altında toplaması önemliydi. Türkiye uzun bir süredir TFF Başkanı ile 4 büyük kulübün başkanını bir arada göremiyordu. Futbol adına bu sevindirici bir gelişme. MHK'nın EPAK'ta görev verdiği 10 isim disiplin içinde ciddi bir performans gösterdi. Muammer Tokat, Esat Eriş, Doğan Şen, Hamza Işın, Mehmet Doğan, Seyfettin Candemir, Münir Takpak, Ahmet Erdoğan, Şeref Küskün, Nuretttin Karakoç. Her biri bulunduğu illerde çok saygın insanlar. Her hakemde hakları ve emekleri var. Ama anlaşılan o ki, Ahmet Güvener yeni bir eğitim ekibi hazırlıyor. Bu 10 kişiden kaçıyla beraber olacak, göreceğiz. Bayan hakemlerin seminere çağrılmaması eleştiri konusu oldu. Mahmut Özgener bu konuda, "Bu seminer Süper Lig ve yardımcı hakemlerini kapsıyor. Bayan hakemlerimiz Süper Lig'de maç yönetmediğine göre burada bir tuhaflık yok. Onlar bölgesel seminerde olacaklar. Kokart merasimine davet edildiler" açıklamasını yaptıysa da, devre arası seminerlerde görmeye alışık olduğumuz bayan hakemlerin olmayışı medyanın dikkatini çekti. Oğuz Sarvan hakem ve gözlemcilere hitap ederken, "Eğer etkileniyorsanız, gazete okumayın" dedi. Bu da eleştiri konusu oldu. Sayın Sarvan şöyle anlatmalıydı: "Gazetelerin ekonomi, magazin, siyaset, bulmaca, kültür, sinema sayfalarını okuyabilirsiniz. Sizi etkileyecek olan yorumlar ya da haberlere bakmayın!" Yahut da konuşmaya başlarkenki espriyi yapmalıydı. Salondaki TFF yönetim kurulu üyesi, kurul başkanları, kurul üyeleri, yabancı misafirler, hakem, gözlemci ve basın mensuplarını saydıktan sonra, "Kimseyi atlamadım değil mi? Konuşmamın en zor bölümünü tamamladım" diyerek konuşmasına başladı. Demek ki, gazete sayfalarını da tek tek sayması gerekiyordu. Nitekim semineri, "bağlı bulundukları" medya kuruluşlarına servis yapan gözlemci ve hakemlere de şahit olduk. Meslektaşlarımızdan daha hararetli bir şekilde konuşulanları bir yerlere telefon vasıtasıyla dinletenler, notları alıp çabucak aktaranlar vardı. >> Aile fotoğrafı! Önceki gün Muhittin Boşat'la konuştum. Kendisine şu eleştiride bulundum: "Olan oldu, her şey tamam da şu Kemal Dinçer için kullandığın, 'Bundan 6 yıl önce biz hakemlik yaparken menajer olarak soyunma odası kapılarında elini kavuşturmuş şekilde bekleyen Sayın Dinçer'in bugün kendini o insanların amiri gibi görmesi ve bu yakıştırmaları yapması bir ezikliğin göstergesidir' cümlesi ağır değil mi?" dedim. Boşat, "Asla pişman değilim ve bu cümlemin arkasındayım" diyor. Boşat, "Aile fotoğrafı" benzetmesinden çok rahatsız. Aile fotoğrafını Boşat şöyle algılıyor: "Bir baba aileden kimi kabul eder? Hanımını, çocuklarını bütün fertlerini. O aileden birinin fotoğraftan çıkarılması veya olmaması kötü bir şey. Bir suç, ahlaksızlık ya da kötülük yapmış olacaksın ki, aileden çıkarılasın. Sayın Dinçer bir kere bu ailenin babası değil. Sabri Çelik, Oğuz Sarvan, Yüksel Okçuoğlu, Osman Avcı bu ailenin fertleri. Fotoğraftan kimseyi çıkaramazsın. Kemal Dinçer'i incitmek ve canını acıtmak için böyle konuşuyorum." Bana göre de Sayın Kemal Dinçer "aile fotoğrafı" derken, "Herkesin yeri belli oldu. Kim kime yakınsa, onunla beraber olmalı" demek istiyor. Kimsenin ahlâkı ya da Boşat'ın algıladığı gibi namussuzluğu kastetmiyor. Konunun bir an önce kapanması iyidir. Kemal Dinçer de Muhittin Boşat da bu toplumda örnek olacak nitelikte dürüst insanlar. Bence kantarın topuzu kaçtı!