Kenan Evren Balıkesir lisesinde matamatik- fizikten geçebilseydi, askerî okula gitmeyecekti. Turgut Özal eşekten düşüp çolak kalmasaydı Hava Harp Okulunu kazanacak belki de iyi bir pilot olacaktı. Kıvrıkoğlu hayatı boyunca tek bir yerde duraksadı, işte o fasıla kendisini Genelkurmay Başkanı yaptı. Mecburi istikametler, ani kararlar, hastalıklar, sürpriz tanışmalar. Eşelerseniz göreceksiniz çoğumuzun hayatında dönüm noktaları vardır... -------------------------------- DÜKKÂN SİZİN... İyi malzeme, iyi usta, titiz çalışma... Yetmiyor. Kebapçının yüzünde güller açmalı, ağzından bal akmalı aynı zamanda... Bu işin mayası muhabbet. Dost kazanan kalıyor ayakta... -------------------------------- KİTABİ OLMAYACAK Bakın baştan söyleyeyim, bozuşmayalım sonra... "Dedi", "belirtti", "altını çizdi", "ifade etti" gibi kelimeler asla yer almayacak yazılarımda... SOHBET TADINDA Ben aracı kurumum, basacağım düğmeye, teypten ne çıkarsa... Karşınızda oturuyor gibi... Dostça... Evet şimdi karşınızda Kebapçı Mustafa! DENEMESİ BEDAVA Erzurumlu bir hoca vardı hoş insan. Sorarlardı "Ya Dadaş hoca işimiz ters gidiyor ne yapsak acaba?" "Hacca gidin hacca!" Gittim ve bereketini de gördüm fazlasıyla... İİstanbul'a 78'de geldim... 17 yaşında. Göçebe gibiyiz üç ay burada, beş ay Malatya'da. 86'da evlendim ertesi sabah yine çıktım yola... Yenibosna'da bir ev tutmuşum. Ne gardırop var, ne karyola... Yerde bir sünger yatak, camlara gazete yapıştırmışım tam garip guraba... Şükürler olsun, işim iyi ama... Akü ustasıyım, aldığım yetiyor, öte beri de ediniyoruz. Hatta bilezik milezik yapıp takmışım hanımın koluna... Gelgelelim İstanbul'da çok sıkıldı fukara... Bir bayram baklava almışım. İyi de bizim kapımızı kim çala? Bekle bekle sükut, bak bak duvar... Günler geçti, baklava öölece kurudu kenarda... Hanım başladı mı ağlamaya... "Ya bey, senin ehliyetin ney var, kalk gidelim, memleketimizde de iş buluruz icabında." Peki dedim Adıyaman ambarından bir kamyon kalkıyormuş, hemen o gün eşyaları sardık, ver elini Malatya... MALATYA! MALATYA! Gittik perişan olduk, elimizdeki avucumuzdaki de eridi. Her gün çıkıyor, iş arıyorum. O gün Samanpazarı'na gitmişim, tek tek traktörcülere soruyorum, "Abi şoför lâzım mı?" İçlerinden biri "bak" dedi "şunları görüyor musun?" "Evet." -Sanırım şoför arıyorlar. 500 metreyi kaç saniyede koştum bilmiyorum. Ayaklarım sırtıma değiyor. Göğsüm demirci körüğü gibi, nefes nefese daldım mevzuya "kimdi o şoför arayan?" Dönüp baktılar "bu da nerden çıktı ya?" Ortada iki traktör var üç adam. Biri belli ki ağa... Meğer traktörün biri ağanınmış, birini de az evvel kiralamış. Bir adam daha lazım. Araziye girecek 24 saat çalışacaklar, gece gündüz hiç durmadan. Ağa tipime baktı bende öyle toprakla uğraşan insan görüntüsü bulamadı herhal. ÇARESİZ KALINCA Sordu: "Traktör kullanabilir misin?" -Ya ne demek benim ağır vasıta ehliyetim var! - Hayatında hiç çift sürmüş müsün? -Ya ne demek benim ağır vasıta... -Oolum dağ başında sana ehliyet soran olmayacak. Bilmiyorsan söyle, yoksa kalakalırız ortada. Eğer iş aksarsa var ya... İnan seni elimle boğar gömerim toprağa... Çaresizim. Öldürürse öldürsün, çok da umurumda... Bir ara Adıyaman Gölbaşında kömür ocağında çalışmıştım, şantiyenin traktörünü götürürdüm sağa sola. Gelgelelim çiftten çubuktan zerre miskal anlamam. Sabah ezanı ile geldiler, bidon bidon peynir, zeytin, çuval çuval somun almışlar. 20 gün arazide kalacağız... Çadırda! Baktım Parçigan'a yöneliyorlar. Onları bilirim, hiç şakaları yoktur, dediklerini yaparlar valla! Ne kadar dua biliyorsam okuyorum. Dizlerim birbirine vuruyor korkudan. BALTAYI TAŞA Neyse geldik mıntıkaya... Ağa kolumu tuttu. Oğlum Mustafa biz seninle süreceğiz. Eyvah ki ne eyvah. Bir bindim, ortalık toz duman. Tarlaya girdik. "Sal pulluğu!" O kadarını görmüşüm saldım. İyi de bıçak taşa köke takılıyor, patinaj, patinaj. öyle silkeliyor ki neredeyse belimiz kırıla. Ağa gürledi, "Ooolum ben seni napiym şimdi? Traktör böyle mi kullanılır ula?" - Ya yaparız ağam, millet uzaya gidiyor, biz bir çift sürmeyi beceremeyecek değiliz ya. Böyle bir cevap beklemiyor olmalıydı güldü, başını salladı. -Peki bir daha ardına dönme. Baktın motorun sesi değişti, pulluğu kaldır indir, o kendini toparlar. İlk turda işi kaptım. Tur dediğin bayağı yol ama... Belki buradan Topkapı'ya. Sıkı çalıştım, işi planlanan süreden evvel bitirdik, yağmurlara kalmadan. Ağa beni çok sevdi, hakkımı da verdi fazlasıyla... EV YAPTIRDIK GÜYA Neyse döndük geldik, yine iş yok. Caminin evinde duruyorum kirada... Babadan kalma bir arsa var bir yandan amcaoğlu bir yandan anam. "Gel sana bi ev yapak!" -Nası yapacaz? Taşçı Mahmut dayıya söyleriz malzeme ayarlar. At arabacı Mehmet taşır. Haydi kazma kürek de benden olsun (yani temeli atacak.) Duvarları kerpiçle ördük, bir hayır sever de çatıyı kapattı sevabına. Amcaoğlum herkese kefil olmuş. "Şimdi sen doğru İstanbul'a! Bir an önce git ve bize para yolla!" İstanbul'da hangi akücünün kapısını çalsam gel derdi bana. Nitekim öyle de oldu. Ara sıra memlekete gidip, hasret gideriyorum, alacaklılara üç beş ödeme yapıyorum bu arada. Bir keresinde dönüyorum cebimde sadece bilet parası var. Tam da Garajın kapısında Soğancı yakaladı (at arabacı) "Durumum iyi değil Mustafa borcunu öde bana..." Çıkardım bilet parasını verdim. Hiç unutmam 70 lira. Kaldık mı yaya... Şoföre "böyleyken böyle" dedim, "götür beni haftaya kalmaz, yazıhaneye bırakırım." Olur, dedi atla! İSTANBUL GİBİ DİYAR Malatya'da hısım akraba var ama herkes kendi tasasında... Bir gün hanım "Bey" dedi, "bir şey diyecem kızma. İstanbul'un gözünü seviyim. Kıymetini bilememişiz. İnan tütüyor burnumda!" Tamam dedim, üçüne beşine bakmadan evi de sattım amcaoğluna. Yıl 1990. Bahçelievler'de bi arkadaşa uğradım. Akü imal ediyor. İki ortaklar, araya niza girmiş, birbirlerini görmek istemiyorlar. Satıp ayrılmayı düşünüyorlar. "Ben alayım" dedim, "ama buralar Kale Kilit'in değil mi? Yıkılacak diye duymuştum bir ara..." - Valla 20 yıldır yıkılacak ona bakılırsa... Korkma, eğer 6 ay zarfında çıkarırlarsa paranı veririz sana... Aldık dükkanı, Allahü teâlâ o sene bir kar kış verdi ki sorma. Sabah geliyorum on kişi bekliyor kapıda, takviyeden başımı alamıyorum. Bas kaldır 20 lira... Paraları gömleğin cebine tıkıyorum. Nasıl da hoşuma gidiyor ama... 15 günde bir Anadol kamyonet almışım işe bak. Bir ay geçmedi, kepçeler dozerler indi, eyvah yıkım başlayacak. Devr aldıklarıma gittim, "paramı iade edin bana." "Git ortağım versin!" Öbürüne gittim, "önce o versin!" Dükkan yıkılmadan biz yıkıldık. Bizi süründürdün sen de sürünesin diye beddua etmedik ama...Bir ara yolda gördüm. Sürünerek çıktı arabadan. Beli kaymış, kuzu gibi emekliyor koca adam. Neyse Kale Kilit bir toplantıya çağırdı, avukatlar filan... Herkes avanta istiyor, dikleniyor, yokuş yapıyo. Hani ne koparırlarsa... Sadık Amca bana döndü, "Bu delikanlı niye konuşmuyor?" Ben zaten bir dükkan peylemişim, sadece mühlet istedim ondan. - Peki tahliye taahhüdnamesi verir misin? - Veririm. Niye takılayım ki ayağınıza? Çok hoşuna gitti, muhasebecisini çağırdı "kira almayın bundan!" O sıra memleketten bir arkadaş geldi, bu kamyoneti bana sat. Kârıyla sattım, gittim bir Kartal aldım. Geldiler onu da istediler. İlk okulu yedi yılda bitiren bir adamım, Malatya'da adım yürümüş "Mustafa galerici olmuş!" Anam diyor oğlum seni kandırırlar. Maliyeci bir hısım var git danış ona... Ben işimi hep iyi yapmaya çalışmışımdır. Bir gün Ulusoy'lardan randevu kopardım. Alın bu aküyü beğenmezseniz para vermeyin bana! - Ya bizim otobüslerimiz iki katlı, mutfakları var, aküyü şöyle yer, böyle emer, bitirir dayanamaz. - Takın görüşelim sonra... Çok geçmedi haber yolladılar 20 tane daha... Derken TIR'cılar geldi, duyan duyana, millet sırada. Lâkin Rusya dağılınca bize malzeme veren firmalar imalata başladılar. Baktım küçüklerin şansı yok. Bıraktım tadında. DÜRÜMCÜ DEDE Sonra bir arkadaşla toptan gıda işine girdik. Ben dükkanda duruyorum o bakkalları dolanıyor. Dürümcü Dede diye bir lokantaya mal vermişim. Ödeyemiyorlar. - Kabul edersen ortaklık verelim sana. Tamam dedim, girdim. Baktım çok takıntı var, onu öde, bunu öde derken iş kaldı mı başıma... Bilmediğimiz bir saha, dönemiyoruz, habire cepten gidiyor. Batacağım kesin ama buna rağmen kaliteden şaşmadım. Hiç değilse iyi bir isim bırakalım biz yürütemesek de alana yarasın. Olur ya Ömer Abi iflas da edebilirsin ama kepengi indirip de gittiğinde keşkelerin varsa... Keşke o kötü eti kullanmasaydım. Keşke o suratsız garsonu tutmasaydım... Ha sen en iyi ustayı bulursun, eni iyi malzemeyi alırsın, en titiz temizlikçiyi çalıştırırsın olmaz olmaz... Kısmet değilmiş dersin o başka. Sonra işler bir açıldı nasıl anlatıla... Derken Ali Haydar ismiyle marka olduk. Şu anda üç şubede 80 personel çalışıyor. Birinin başında yeğenim, birinin başında damadım duruyor. Şubeleri artırmak kolay ama düşünmüyorum çünkü müşteri geldi mi seni görmek istiyor. Bak şu arkadaş Kalp mütehassısı, Fatih'ten arar, yoksam uğramaz. Kebap bahane bana geliyor, burada huzur buluyor zira... Bebeğin oldu diyelim. Yıllarca yedirirsin, yıkarsın, paklarsın. Büyür yine sana muhtaç. Annesi kırk yaşına da gelse kıyamaz evladına... Dükkan da öyle... Geçen birinin siparişi gecikmiş, kırılmış. Yolladım çocukları alıp getirdiler ailece ağırladık, meyve tabakları, çiçekler, tatlılar... "Hata yapmışız" dedik, "tamam bizi terk edebilirsiniz ama bilin ki kastımız yok, kırgın ayrılmayalım. Başka yerde de yiyebilirsiniz, dost kalalım ama..." RÜYAMDA GÖRSEM İNANMAZDIM Mustafa ağabeyde ne tahsil var, ne sermaye. Ne amca, dayı ne de çevre... Antepli değil, Kilisli değil, etten mangaldan da anlamaz. Bir gün konuşuyoruz "Ya Abi dedim, sen iyi bir yerden dua almışsın. Bi düşün bakalım!" Durdu durdu... Evet dedi ben iyi bir dua aldım... Toptancı açmıştık ya... Bir gün ihtiyar bir kadın geldi. Yağ tenekelerini gösterdi. "Evladım kaç lira?" -18 litre şu para... "O çok" dedi, "bakalım o kadar ömrüm var mı?" -O zaman küçüğünü al. İki adım çekildi cebine baktı... Döndü gidiyor. - Al annecim, sonra verirsin. - Yok şimdi götüremeyeceğim. Biz ne güne duruyoruz dedim haydi bin arabaya. Sefaköy'de bir ev... Baktım asil insanlar ama o günlerde gaile üstüne gaile yaşıyorlar. Kızı boşanmış gelmiş, oğlu kaza geçirmiş, garibe platin çakmışlar, kıpırdayamıyor. Dükkan emrinizde dedim, hani ne lâzımsa... Bir kere daha geldi, eğilip elini öptüm "abdestim kırıldı" dedi, Şafii idi zira. "Teyze" dedim "evimiz hemen şurada. Gir abdestini tazele." Bu arada hanımla da tanıştı, dost oldular. Gelir gider çocuklara bakar, dua dua dua... Oğlu temiz efendi bir çocuk. Eli ayağı tutunca pazara çıkmış, limon satmaya. Gel dedim, onu da aldım yanıma... Hacı teyze bir keresinde ellerini açtı... "Allahü teala sana öyle bir iş versin ki... Millet para vermek için girsin sıraya!" "Ya teyze" diyorum içimden, "öyle bir iş yok. Tuvalet bekçiliği mi yaptıracaksın bana." Ne zaman ki kasamızın önünde biriken insanları gördüm. İşte o dua geldi aklıma.