Cesurdum, nispeten gözüm kara... Bir gün abime "bi atölye açsak ya?" dedim. Cevabı hazırdı. "Akıllı ol ooolum neyle açacaz?" "Hiç olmadı bir makine alalım, ısmarlama yapalım" Zorla razı ettim Singer'i aldık gerisi geldi... Artvin Yusufeli'den gelmişim 77-78 yılları... 17 yaşındayım daha... Vefa'da bir han odasında kalıyorum, hiç tanımadığım adamlarla. Banyo yok, helâ ise yanı başımızda. Üst kattan alt kattan gelirler, kapı önünde sürekli sıra... Şans mı şansızlık mı artık sen anla. Fatih'te bir muhallebicide komilik yapıyorum. Bir gün adamın biri geldi "ula teres" dedi "ordan bi pahlava vir baha!" Getirdim önüne koydum "ula bilmemneettiğim hani bunun şerbeti?" Gittim tezgâha "abi biraz şerbet akıtsana şuna!" Arkadaş tepsinin dibini sıyırdı, yapış yapış bir tabak, baklavalar yüzüyor adeta. Adam sepetteki bütün ekmekleri şerbete bandıra bandıra yedi, sayıp sövüyor bu arada. Ani bir kararla önlüğü çıkardım, haydi bana eyvallah! Nasıl dolmuşum, dokunsalar ağlayacağım ama... İbrahim abim Unkapanı'nda bir gömlekçide çalışıyordu. Gittim yanına, "Hayrola?" / Hiiç işi bıraktım da! / Niye ama? - Küfrediyorlar, yapmayacağım bir daha. - İyi düşündün mü. Bak iş aslanın ağzında. - Allah büyüktür abi, elbet bir kapı açar. O sıra bir hareketlenme oldu, atölyenin patronu Palasko gelmiş. "İbrahim kim bu arkadaş?" - Kardeşim Mustafa! - Uyanık bir çocuğa benziyor. Döndü bana "N'apıyorsun sen?" - İşsiz sayılırım. - Eee gel burada başla. - Yapabilir miyim acaba? - Yaparsın yaparsın. Hiç korkma! Bana ütü masasını gösterdi, şimdilik patları bas tamam. HAVADA TAKLA Haftalığım 200 lira. Muhallebicide 700 lira aylık alıyordum bahşiş filan, aşağı yukarı aynı para. Neyse işi kaptım, elim hızlandı. O gün beşinci haftalığımı almışım, Hıfzısıhha önünde zarfı açtım baktım 20 lira fazla. Demek ki zam yapmış. O sıra kaldırım yapıyorlar, kum dökmüşler ortaya. Sevinçten takla attım valla. Bu günleri hayal ettim desem yalan olur ama ilkelerim vardı. Dinlenirdim meselâ, kendime zaman ayırır, etrafıma bakardım. Her haftalığımdan beş lirayı bir zarfa atar, gider Ege'de üç beş gün tatil yapardım. Cesurdum sonra, nispeten gözü kara... İlk yılı doldurduk. "Abi be" dedim "bi atölye açsak ya?" - Akıllı ol ooolum neyle açacaz? - Hiç olmadı bir makine alsak, ısmarlama yapsak? Neyse makineye razı ettim. Topkapı Kaleiçi'nde küçücük bir daire tuttuk. Temizlik bulaşık bana ait, yemekleri abim yapıyor. Bekar adam ne pişirsin? Çorba, makarna, yumurta... OTUZBEŞE BAKLA Annemin yemekleri muhteşem olurdu, bilhassa taze fasulyede bir numara. İçine doğradığı patatesler hafif erir, helva gibi dağılır ağızda. Canım nasıl canım çekti anlatamam. Gittim manava "abi şuradan bi kilo fasulye". Tarttı uzattı. "Borcumuz?" - 35 lira! İyi de o kadar para yok ki yanımda. Çaresiz bıraktım, mahçup da oldum adama. Yıllar sonra aynı manavın çaprazına bir sandalye çektim. "Kim ne alırsa benden, yaz hesaba!" Yaşlı teyzeler geliyor, korka korka fiyat soruyorlar. Manav aç fileni diyor tepeleme dolduruyor, "hadi güle güle, bugün bedava." İki saatte tezgâh boşaldı, tablalar çıktı ortaya. "Ah be abim uyansam iki kamyon mal yıkardım buraya." Bizim inancımız böyle, sağ elin verdiğinden sol elin haberi olmayacak. Uzaktan seyrettim, ne keyif ama... Şimdi ısmarlama yapacaz da, bizi bilen yok daha. Kaleiçi'nde dolanıyorum, birini görüyorum yakası erimiş, manşetler dağılmış. "Amca gömleğini getir, yenileyivereyim sana" Beyaz kumaştan yaka manşet yapıyorum, o zamanlar pek moda. Bu iş tuttu, para da kazandık hatta, makinenin borcu da bitti. İkinciyi alsak mı acaba? ...MI ACABA? Patronumuz, çocuklar dedi, bir işi yapacaksanız tam yapın. Bana sorarsanız atelye açın, bakın Vefa'da boş bir dükkan var, size uyar. Unkapanı'nda Mehmet Savcı adlı bir Singerci vardı, ona yolladı. Bi makine bakmıştık dedik. Güldü, yardımcısına döndü "Nahit, iki dikiş makinesi çıkarıyorsun, bir overlok, bir çift iğne, bir..." -Abi bunlar da ne? -Patronunuz aradı, size yardımcı olmamı söyledi. Korkmayın senet falan yapmayacağım,. Bu sektörde ödemeler Cuma günleri olur. O hafta ne kazandık alıp götürüyorum. "Abi telacıya bu kadar borcumuz var, düğmeciye şu kadar." -Peki size? -Birer yüzlük alsak tamam. Bir Cuma yine gittim, ki o hafta bereketli geçmiş, ciromuz tam 2500 lira. "Al o parayı" dedi, "borcunuz kalmadı bana!" - Abi olması lâzım. - Dün akşam hanımla oturuyorduk, balkonda... Sizden bahsettim bunlar pırıl pırıl iki kardeş dedim ne kazansalar bana getiriyorlar, sadece harçlık veriyorum onlara. "Ya bey" dedi, "çocuklardan kâr almasan olmaz mı?" Hasılı, hesap tamam, itiraz etmeyin yengeniz kızar sonra. Resmen düze çıkmıştık, gittim kendime balık ısmarladım Boğaz'da! ASKER OLDUM, TRAKYA Bu arada askere aldılar. 80'li yıllar. Lüleburgaz'dayım, komutanlarım beni çok sevdi, hafta sonu "görev izni" uydurup salıyorlar, "Git daktiloyu tamir ettir, yok jeneratöre parça..." O akşam atölyede sabahlıyorum mutlaka. Ertesi haftanın programını yapıyor, işi koyuyorum yoluna. Askerden döndüğümde fasonda hayli mesafe almıştık. Artık markamızla mı çıksak acaba? Reklamcı Rafet Şengüner ile oturup isim arıyoruz. O devirde bir İtalyan adı bulan yapıştırıyor, bu bana ters geliyor. Soyadımı koysam Kefeli'ler geniş bir aile, hoş olmayacak. Köy adı, mahalle adı, bunlar bir şekilde hakka tecavüz, sakinleri razı olmadıktan sonra. O günlerde Beyoğlu'nda gömlek ustaları var, şööle bi bakar, ölçü almadan keser, diker, cuk oturturlar. Adamlar Sanatkâr! Bunlara da imreniyor ama daha ötesini hayal ediyorum, binlerce makinenin çalıştığı tesisler filan... Bir gün Rafet abi "dikkat ettim" dedi "sen hiç ben demiyorsun hep biz, biz, biz!" - Biz bir takımız abi ne olacaktı ki başka. - Öyleyse ismi bulduk "Birlikte İlkemiz Sanatla Sanayiye Erişmek!" - Biraz uzun olmadı mı? - Baş harflerini al! - "BİSSE" süper ya! Gömlekte mütevazi olamayacağım, bugün dünyada "bakın Avrupa demiyorum" en iyi biziz! Geçen Çin'den bir mağaza zincirinin sahibi geldi. Takriben 20 yıldır, takip ediyorum, inanın hayranım size. Herkes Çin'den mal getirir biz mal veriyoruz Çin'e. AKLINIZDA OLSUN DA! Bir elbiseyi üç gün giyebilirsiniz ama gömlek her gün değişmek zorunda... Çünkü sakala temas ettikçe yıpranıyor, iz yapıyor. Polyester iyi ütü tutar ama sağlıksızdır, üstelik kötü kokar. Gömlek dediğin %100 pamuk olacak. İyi bir gömlek kumaşı en azından yetmiş numara çift büküm iplikle dokunmuş olmalı. Bugün bir mal geldi 300 numara iki büklüm iplik kullanmışlar, inanın ipeği aratmıyor. Metresi 52 euro, bir gömlek 1.75'den çıkar, ABD için ise 2.30'dan... Eğer makinede yıkayıp santrifüjle kurutuyorsanız vay gelmiş gömleğin başına. Elde yıkanan ve ipe asılan gömleğin ömrü en az üç kat uzar. Bunu yapamıyorsanız, bari suyuna yumuşatıcı atın, makineden kurumadan çıkarın, nemli nemli ütüleyin, göreceksiniz bak jilet gibi olacak. Gömleğin yakasına ütü bastıktan sonra en az 20 dakika el değmesin. Askıya da almayın, yaka altı kumaştan tutup atın kenara... Yoksa parmaklar gölge gibi iz yapar. MARKA MARKA MARKA! Eğer marka olmak istiyorsanız, uzun soluklu program yapacak, sabırla çalışacaksınız. Para bilahare gelir, önce güven kazanmaya bakacaksınız. Olmuştur, hatalı çıkmıştır, iki bin gömleği gözümüzü kırpmadan doğrarız. Diyeceksin hayır kurumuna filan verseniz? Hayır! BİSSE hatalı olamaz asla! Allah Rahmet eylesin Sakıp Sabancı memleketi seven bir insandı. Bir gün bana 100 dolar uzattı, "bu kağıdı değerli yapan ne biliyor musun Mustafa? Arkasındaki güç. Markalar! Emeğinin karşılığını almak istiyorsan marka ol, marka! Marka!" Ardından bizi bir seminere çağırdı. Mevzu şu: Türkiye'nin 25 holdingini topluyoruz, yurt dışındaki bir şirketin yarısı bile yapmıyor, Niye? Çünkü biz daldan dala atlıyoruz, adamlar tek alanda faaliyet gösteriyor. Dağıldıkça, ilgi de, bilgi de, finans da küçülüyor. Emeğiniz, enerjiniz heder oluyor. Sakıp Bey bizi çok sever, ayrı tutardı. "Çocuklar sizin için ne yapabilirim" derdi ısrarla... Bir gün gözümü kararttım "peki reklamımızda oynasanız!" Tamam dedi. Oynadı da... Hiç yüksünmeden geçti kamera karşısına. Makine ve kumaş alınacağı zaman, ya da mağaza açarken ince eler, sık dokurum, kılı yararım kırka. Lakin "Ar ge" dendi mi hiç acımam. Bir firma cirosunun en az %7'sini reklâma, % 5'ini ArGe'ye ayırmak zorunda. HAYALİNE SINIR KOYMA Birisiyle karşılaşacağım da gömleğine bakmayacağım ha! Ne mümkün, kumaşını bile okurum anında. Meclistekilerin tamamının dolabında ürünlerimiz var. Sağolsun, Sayın Başbakanımız da gömleklerimizi tercih ediyor, bize güç veriyor. Kadir Topbaş Bey zevk sahibi bir insandır, çok da detaycıdır. Bize bir kumaş tarif etti, yaptık muhteşem bir şey çıktı ortaya. Yılda bir milyon gömlek üretiyoruz 600 bini yurtdışında satılıyor. Taş yerinde ağırdır, önce kendi ülkende isim yapacak, sonra kademe kademe yayılacaksın. Orta Doğu, Balkanlar sonra Avrupa... Şu an en iyi olduğumuz yer Fransa, sonra Türkmenistan, Kuzey Irak, Lübnan... Avusturya, Almanya, Hollanda ve İsveç'te büyüyoruz, Afrika pazarından da ciddi teklifler geliyor. Teknoloji çok değişti, astar telaya santimetrede 2.5 ton baskı ve 220 derece hararetle yapıştırılıyor, ardından şok soğutma. Bu makineler ciddi para. Türkiye'de bir çok atölyede var. Bizde eksik olan şey marka... Bakın Pazartesi Trieste fuarına katılacak, yine kahrolacağım. Türkiye'den sadece birkaç kişi gelmiş olacak, İtalyanlar, Fransızlar ise tam kadro sahada. Bu fuarlar çok önemli, renkler hangi havaya dönüyor? Vitrin tasarımı nereye gidiyor? Ceket yakaları daralıyor mu genişliyor mu, yırtmaçlar ne yanda? Biliyorsunuz gömleğin yanında takım elbise, triko, pantolon da sunuyoruz. Dünyada en iyi takım elbise kumaşını kim yapar? Filan. En iyi kim diker? Filanca! Sektörün kurtlarından birini buluyoruz "hadi bize koleksiyon hazırla!" Şimdi kalem, saat, parfüm, gözlük işine de giriyoruz. En iyisi hangisiyse ona ısmarlayacağız. Kenarına "Bisse için üretilmiştir" yazacağız o kadar. Evet mağazalarımızda mont, ayakkabı, kemer, çanta da var ama biz öncelikle gömlekçiyiz. Amiral gemisinin yeri başka! Bambaşka!