Turnuvada 5'inci maçımız. Hiçbir maça bu kadar iyi başlayamamıştık. Alman savunması panikte. Yeteneksiz savunmalarının bacakları titriyordu. Bizim ataklar git gide ciddileşmeye başlamıştı. 13'te Kazım'ın şutu direkte patlayınca, ben bile finale inanmaya başlamıştım. Futbolu oynayan bizdik. Nitekim bu baskımız 22'de golü getirdi. Baskı, Alman kaleciye inanılmaz bir hata yaptırdı. İşler iyi başlamış iyi gidiyordu. Zaruretten ve mecburiyetten kurduğumuz bu takım; ideal on birimizden kat kat daha iyiydi. Uğur döktürüyor, Hamit baş döndürüyor, Ayhan'ın ince işleri çok şık, Sabri Alman kalesini dövüyor, Kazım derseniz; çocuk sanki şampiyonalarda, finallerde doğmuş - büyümüş. İlk yarı rakip kaleye 15 şut atmışız. Almanlar 3'te kalmış. Lâf aramızda ne Nihat'ı, ne Arda'yı, ne Tuncay'ı aradık. Aklımıza bile gelmediler. Yıllardır turnuvalarda imrenek seyrettiğim o Almanlar'ın dün gece aciz hallerini seyrettikçe; ülkemdeki enflasyon, siyasi kriz, kapatma davası, terör, trafik kazaları, son dakika, sıcak gelişme, son durum gibi bütün gerginlikleri unuttum gitti... Schweinsteiger'i araya sokmayacaksın. Bu isminin yazılması ve okunması zor olan Alman, Portekiz maçında attığı golün fotokopisini bize attı. 79'da Klose'nin golü tipik Alman taktiğiyle geldi. Bizi uyuttular. Gaflet anımızı affetmediler. Semih'in estetik golü maça bizi tekrar ortak etti. Ama 90'da Lahm bizi 18 gün süren bu tatlı rüyadan uyandırdı. Bu hakemle biz Almanlar'ı yenemezdik. İsviçreli Busacca Almanlar'ın sert faullerini hep hoşgördü. Birileri maçtan önce "Alman'a kart göstermeyeceksin" diye sıkı sıkıya tembihlemiş. Yetenekleri bu kadar sınırlı ve art niyetli olan bu adamın belli ki, babası Blatter. Zaten İtalyan Rosetti'nin de annesi Hırvat'tı.