Diplomalı işsiz olmaktansa...

A -
A +

DESELER İNANMAZDIM Talep artınca imalatı büyüttük, imalat hızlanınca mağazaları çoğalttık. Euromoda'yı dünya markası yapmalıydık. Yaptık da... Yıllar evvel bana böyle olacak deseler inanamazdım. Çok çok bir evimiz bir dükkanımız olsun isterdik, haydi bir tane de araba... YÜZ KÜSUR MAĞAZA Halil İbrahim Türkgenç 1955 Trabzon, Araklı Bifara doğumlu. İlk mektebi köyünde, ortayı Trabzon İmam Hatip Lisesinde okudu ve Yeşilköy Lisesini bitirdi... Üniversiteyi kazanamayınca iş hayatına girdi. Askerlikten sonra kendi müessesesini kurdu... Şu anda çoğu Alışveriş merkezlerinde ve şehrin hareketli caddelerinde yer alan 89 mağazanın sahibi... Yurt dışı ağı da gün geçtikçe kuvvetleniyor. Bizi temsil eden güçlü bir marka oluyor. ÖSYM'DE KAYBETTİM İmtihana büyük bir heyecanla girdim. Ama arzu ettiğim puanı alamadım. Bir sonraki yıl da girebilir şansımı zorlayabilirdim ama... TİCARETTE KAZANDIM Hayır ben doktor-mühendis olmaktan vazgeçmiş hedefimi belirlemiştim. Ticaret yapacaktım, bu işi seviyordum, mayamda tacirlik vardı zira. Okumak gibi bir hedefim yoktu, tüccar olmak istiyordum Allahü teala da gönlüme göre verdi. Hoş bizim ailemizde memur yoktur, hatta köyde de yoktur. Dedem atla, katırla Araklı köylerinden yağ peynir toplardı. Alır bunları yine atla katırla Trabzon'a götürür satar. Etrafımızdakilerin neye ihtiyacı var? Şekerdir sabundur, bezdir, tuzdur, gazdır bunları tedarik eder, getirip satar. Babamların devrinde ufak ufak yollar yapıldı, katırların yerini kamyonlar kaptıkaçtılar aldı. Hele millet otobüsle Trabzon'a gidip gelmeye başlayınca böyle bir ticaretin mânâsı kalmadı. Kendimi bildim bileli vasatın üzerinde bir hayat yaşadık, çevremizde iktisadi durumu güçlü olanların arasında sayıldık. Ticareti seviyorduk, bu bizim mayamızda vardı. Zaten biz masa başında oturamayız, hareket halinde olmalıyız. Nitekim Trabzon dar gelmeye başladı. Bütün sülale İstanbul'a taşındık. Amcamlar, dayımlar kendi işlerini kurdular. Şimdi kimi tekstil, triko imal ediyor, kimisi inşaat yapıyor. Gençler ise pazarlamacı oldular. DOĞUŞTAN TACİRİM Ben henüz ilk mektep yıllarında ticarete başladım. Memlekette fındık toplandı mı dallarda kalanlar, gözden kaçanlar çocuklara bırakılır. Bunları arar bulur, kasabadaki bakkala götürürdüm... Al saa finduk, ver baaa sakız, kurabiye, çikolata... Sonra bisküvidir, miskettir topaçtır yüklendim, fındık karşılığında akranlarımla takasa başladım. Bir anda sepet sepet fındığım oldu, onları da kasabaya taşıdım, karşılığında mantar tabancası aldım. Hani siyah boyalı olanlardan, basarsın tetiğe çivisi çıkar. İyi de ses yapar. Uşaklar başıma üşüştü, "ver bi el de biz atak!" -Yok öyle yağma, bi avuç finduk getiren tetiğe basar. Bir anda işlerim açıldı, akranlarım sırada... Rahat para kazanabiliyordum, bu işi seviyordum yalanı yok ya... İlkokulu köyde bitirdim. Orta eğitime Trabzon İmam Hatip'te başladım. Sonra İstanbul'a göçtük, Yeşilköy Lisesine devam ettim. Üniversiteyi kazanamayınca hiç üzülmedim, hemen o gün işe başladım. Selametli amcamız Mithat Türkgenç beni yanına aldı, işin inceliklerini ondan öğrendim, ki üzerimde hayli hakkı var. ÖZAL BÜYÜK ADAM Askerde iken bile sektörden kopmadım. Evciydim zira. Nizamiyeden çıktığım gibi Tahtakale'ye koşardım, malzemeleri alıp birkaç model çıkarırdım. Kardeşim yapar satardı. O günlerde nasıl bir "lacivert beyaz kırmızı" çılgınlığı var anlatamam. Kapışılıyor adeta. Kolyeymiş küpeymiş ne yapsan satılıyor, yeter ki üç renk olsun bir arada... Askerlik dönüşü Osmanbey Ergenekon Caddesinde ilk dükkanımı açtım. Doğrusunu isterseniz bu işten ama az ama çok para kazanabileceğimin farkındaydım. Akmasa da damlardı ele güne muhtaç olmazdım. Ancaaak. Ancak rahmetli Özal bizlere cesaret verdi ufkumuzu açtı. Yol, iz bilmeyen insanlardık Avrupa'yı harmanlamaya başladık. İhracat, ithalat, navlun, döviz, gümrük nedir öğrendik, sürekli kendimizi aştık. Özal'ın bize yaptığı en büyük iyilik ithalatı serbest bırakmasıydı. Dışarıdan bakarsanız bu lüzumsuz bir kalemdi, resmen döviz kaybıydı. Ama biz aldığımız taşları, zincirleri fermuarları imalatta kullandık. Tasarıma ehemmiyet verdik, dikkatleri üzerimizde topladık. Düşünün Avrupa'nın benim diyen şehirlerinde at oynatmaya başladık. HÜRREM NE TAKARSA Özal bize hem enerji verdi, hem de yol gösterdi. Doğru dürüst lisanımız yok, kendimize güvenimiz geldi. Almanya, Fransa ve İtalya'da fuarlara katılmaya başladım. Hatta ürettiğimiz trent mallarla lider oluverdik bir anda... Ki 30 yaşlarındaydım daha... Talebe yetişemiyorduk, çift vardiya çalışıyorduk. Hiç unutmam antik nikel taşlı ürünler pek modaydı, ana sermayemizi o yıllarda topladım desem yalan olmaz. Şu anda yurt içinde 89 mağazamız yurtdışında (Rusya, Almanya, Romanya Belarus) 12 françeising bayimiz var. Artık bilgisayar devri mağazaların takibi kolay. (Cebinden telefonunu çıkarıyor) Bak akşam oldu mu cirolar bana yağar. Bir mağazada 30 bin parça mal olur ki küpesi, tokası, kemeri derken beş bin çeşit yapar. Bu ciddi bilgi birikimi isteyen bir saha. Yazın kışın farklı trentleri var. Bir bakarsın metal ağırlıkta, bir bakmışsın inci patladı gidiyor. Mesela şu anda antik gold pek moda... Niye? Çünkü Hürrem onları takıyor. EKSENLER KAYINCA Bir zamanlar takı ve aksesuar piyasasına Avrupalılar, bilhassa İtalyanlar Fransızlar yön verirdi, şimdi Uzakdoğu'nun dediği oluyor. Hong Kong, Tayvan, Çin patladı gidiyor. Türkiye'nin yeri de fena sayılmaz. Biz Türkiye piyasasında açık ara lideriz. Diğerleri üretici değiller, mal ellerine geçene kadar birkaç el değiştiriyor, haliyle maliyet yükseliyor. Malum kız çocukları takmaya takıştırmaya pek meraklı, onlar için hayli model üretiliyor. Erkekleri yok sayabilirsin, çok düşkün olan bir zincir, bilemedin bir künye alır o kadar. Son yıllarda küpe takanlar varsa da sade bir şey seçer ve değiştirme ihtiyacı duymaz. Kravat iğnesi, kol düğmesi ve saat takanlar yaygın sayılmaz. Ama hanımlar öyle mi ya... Alır bir daha alır, sürekli değişiklik yapar. Bizim takılarımız yolda belde, günlük hayatta kullanılabilir. Malzemeleri özenlidir. Kararmaz kırılmaz, bozulmaz. Fazla bir şey ödenmediği için kaybolsa da can sıkmaz. ÇALIŞTIKÇA DİNLENİYORUZ Firmadaki en büyük tasarımcı benim. Oturur model çizerim, elime penseyi alıp imal ederim. Bu bana büyük bir zevk verir, dinlendirir. Bırakın dakikaları saatler nasıl geçer anlamam. Başka da eğlencemiz yok zaten, voleybol ve balık tutmakla geçirdiğim vakitleri saymazsak. Bir de dostlarla beraber Trabzonspor maçları seyretmek tabii, bordo mavi dediler mi dayanamam. Aile çok önemli, eğer bir şeyleri başarabilmişsem yüzde yüz hanımın payı var. Evlilik hoş bir şey, vaktinde gidip, vaktinde geliyorsun, sabah kahvaltını sevdiğin insanlarla yapıp çıkıyorsun ki bunun fiyatı ölçülemez asla... Torun beni çağırmış. Büük ba büük ba. İstanbul'u verseler umurumda değil, torunla geçireceğim vakit lazım bana... Zaman zaman bir nokta mı koysam diyorum acaba? Bırakayım çocuklar götürsün, alayım oltaları izmarit istavrit bekleyeyim kıyıda... İNSAN ODAKLI Karadenizliyiz ama hemşehricilik yapma gibi bir lüksümüz yok. Kim bu işi seviyorsa onunla çalışırız. Sadece estetik kaygıları olacak, neyin yanına ne gider, bilecek yakıştıracak. Çalışanlarımızla aile gibiyiz. Bizi abi amca bilirler, vefa duygusu ön plandadır daima. Montaj işlerini semtin kadınlarına dağıtıyoruz. Bir süre pense tutmasını belletiyor, temel kaideleri öğretiyoruz onlara. Fasoncu kendi işinin patronudur, ne kadar para lazımsa o kadar çalışır icabında... Evlerinden ayrılmadan, çocuklarından kopmadan para kazanmak hanımların hoşuna gidiyor. Bazıları pek becerikli işi eşine dostuna dağıtıyor, taşeronluk yapıyor âdeta... Zarif alımlı hesaplı Mağazalarımızda 3 liradan 150 liraya kadar takı var. Ortalamasını alırsan 8 lira. Bu bir sigara parası demek ki herkes bir şeyler alabilir boş çıkmaz. Rakibimiz kuyumcular değil. Altının pırlantanın yeri ayrı, onların saltanatı asla sarsılmaz. DÜŞÜNÜYORUM DA... Bazen düşünüyorum "ben ne yaptım da işlerim rast geldi?" Sanırım rahmetli anamın babamın duasını aldım. Annem babam yakınımdaydılar, her gün yanlarına uğrar, hatırlarını sorardım. Her cumartesi ve her pazar çoluk çocuk gider hamsi sofrası kurardık. Kardeşlerim torunlar derken bir bakmışsın 30 kişi olmuşuz. Yaşlılar böyle şeylerden çok mutlu oluyorlar. Ne bir tatil aklımıza gelirdi, ne de bir seyahat. Anamızın babamızın yüzü gülsün yeterdi bana... Anamın üç nasihati oldu "Oğlum parana haram katma. Zekatını ihmal etme. Kimsenin ahını alma. Babam ise ticarette emin olmayı öğretti. Bak oğlum zarar da etsen sözünden dönme, önemli olan itibar. İnsanlar sana güvensin yeter, yine kazanırsın önünde koca bir hayat var. İkisini de kaybettik ve her geçen gün biraz daha özlüyorum. Resimlerini çıkarıp çıkarıp bakıyor, dalıyorum hatıralara...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.