"Allahü teâlâya öyle ibâdet ederim ki..."

A -
A +

İbâdetlerin doğru olması için, nasıl yapılacaklarını öğrenmek ve öğrendiklerine uygun olarak yapmak lâzımdır. İhlâs, gerek beden, gerekse mal ile yapılan farz veyâ nâfile bütün ibâdetleri, meselâ hayrât ve hasenât yapmayı, Müslümânları sevindirmeyi, onları sıkıntıdan kurtarmayı, zikri, istiğfârı Allahü teâlânın rızâsı için yapmaktır. Mal, mevki, hürmet, şöhret kazanmak için yapılan ibâdette ihlâs olmaz, riyâ olur. Böyle ibâdete sevâp verilmez, günâh olur, azâb yapılır. Bid'at, harâm işleyenlerin ve böyle kimselerle arkadaşlık, komşuluk yapanların kalblerinde, ihlâs kalmaz, zulmet, kara lekeler hâsıl olur. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "Bütün mü'minler ibâdet yaparken, Allahü teâlâ emrettiği ve beğendiği için yapmaya niyet ediyorlar. Böylece ihlâs ile yapıyorlar. Fakat bütün işlerin, iyiliklerin hep ihlâs ile yapılması ve bu ihlâsın kalbe hemen gelmesi lâzımdır. Bazı kimselerde, ibâdetlere başlarken yapılan niyet, ihlâs, zahmet çekerek, kendini zorlayarak hâsıl oluyor ve kısa bir zamân devâm ediyor. Sonra kalbe nefsin arzûları geliyor. Devâmlı ihlâs sâhiplerine muhlas denir. Zahmet çekerek elde edilen, devâmsız ihlâsın sâhiplerine muhlis denir. Muhlas olana, ibâdet yapmak, tatlı ve kolay olur. Çünkü bunlarda, nefislerinin arzûsu ve şeytânın vesvesesi kalmamıştır. Böyle ihlâs, insanın kalbine ancak bir velînin kalbinden gelir." İbâdete başlarken nefis ve şeytân ile mücâdele ederek, devâmsız olan ihlâs elde edilebilince, böyle ihlâs ile yapılan ibâdetler de, zamânla nefsi zayıflatır, devâmlı ihlâs elde etmeye sebep olur. Fakat buna kavuşmak senelerce sürer. "SENİNLE AHIRETTE BULUŞACAĞIZ" Fudayl bin İyâd hazretleri, Abdülvâhid bin Zeyd hazretlerinin kendisine şöyle anlattığını nakleder: "Üç gece üst üste; 'Yâ Rabbi! Benim Cennetteki hanımım, arkadaşım kimdir, bana göster' diye duâ ettim. Üçüncü gece rüyâmda bana; -Yâ Abdülvâhid! Senin Cennet arkadaşın Meymûnetü Sevdâ'dır denildi. -O şimdi nerededir? dedim. -Kûfe'de ve falan kabîledendir, denildi. Hemen Kûfe'ye gittim, tarif edilen kabîlenin yerini sorup buldum ve; -Meymûnetü Sevdâ nerededir? diye sordum. -O delinin biridir, koyunlarımızı güder dediler. -Onu görmek istiyorum deyince de; -Falan yerde bir han var. O hanın yanında bulursun dediler. Târif edilen hanın yanına varınca onun, namaz kıldığını gördüm. Yanında bir asâ ve üzerinde yünden bir elbise vardı. Baktım ki koyunları otluyor ve hayvanların yanında da birkaç kurt dolaşıyordu. Beni fark ettiğinde namazını bitirmişti ve bana dönerek; -Ey İbn-ü Zeyd, sen buradan git, burası senin yerin değildir. Biz seninle burada değil âhırette buluşacağız dedi. Bunun üzerine; -Allahü teâlâ sana rahmet etsin. Sen benim İbn-ü Zeyd olduğumu nereden bilirsin? dedim. -Daha rûhlarımız dünyâya gelmeden ben senin İbn-ü Zeyd olduğunu bilirdim dedi. -Biraz nasîhat eder misin? deyince; -Bir kimse sana bir şey verdiği zaman ona nasıl teşekkür edersin değil mi! Halbuki Allahü teâlânın verdiği bu kadar nîmete karşılık neden şükredilmiyor. Sana iyilik edene, o iyiliği veren ve yaratan yine Allahü teâlâdır. Ona göre bütün hamd ve şükürleri Allahü teâlâya yapmak lâzımdır dedi. Sonra; -Koyunların arasında dolaşan kurtlar, nasıl olur da zarar vermeden gezerler? diye sordum. -Ben Allahü teâlâya öyle ibâdet ederim ki, benimle Onun arasında hiçbir perde kalmamıştır. Bunun için kurtlarla koyunların arasındaki düşmanlık kalkmış ve dostluk başlamıştır diye cevap verdi..." ÖNCE DOĞRU BİR İ'TİKÂD Allahü teâlâya yakın olmak yani Onun sevgisine kavuşmak için, ihlâs ile İslâmiyetin hükümlerine uymak lâzımdır. İslâmiyetin hükümlerine uymak ise, önce ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmek, sonra harâmlardan sakınmak ve farz olan ibâdetleri, ihlâs ile yapmakla mümkündür. Netice olarak, İslâmiyetin emir ve yasaklarını doğru olarak öğrenmek ve bunları, Allahü teâlânın rızâsı için, ihlâs ile yapmak lâzımdır. İhlâs sâhibi, ibâdet yaparken başkalarına göstermeyi hiç düşünmez. Bunun ibâdetlerini başkalarının görmesi ihlâsına zarar vermez. Hadîs-i şerîfte; (Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet et! Sen görmüyor isen de, O, seni görmektedir) buyuruldu.