İnsanlara önce lâzım olan, doğru olarak inanmak, îmân etmektir. Bundan sonra gelen birinci vazife ise, emirlere uymak ve yasaklardan kaçınmaktır. Haşr sûresinin 7. âyetinde meâlen; (Resûlümün getirdiklerini alınız ve yasak ettiklerinden kaçınız!) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, İslâmiyete uymanın lâzım olduğunu göstermektedir. Zümer sûresinin 3. âyetinde de meâlen; (Biliniz ki, Allahü teâlâ, hâlis olan din ister) buyurulmaktadır. Böylece, herkese, ihlâs kazanması emrolunmaktadır. Allahü teâlâya yaklaşmak, Onun rızâsına, sevmesine kavuşmak demektir. Farzlarla hâsıl olan kurb, yani Allahü teâlâya yaklaşmak, nâfilelerle hâsıl olandan, elbette dahâ çoktur. Fakat, ihlâs ile yapılan farzlar kurb hâsıl eder. İhlâs, ibâdetleri, Allahü teâlâ emrettiği için yapmaktır. Hadîs-i kudsîde; (Bir velî kuluma düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında, en sevdiğim, ona farz ettiğim şeydir. Nâfile ibâdet de yaparak, bana yaklaşan kulumu çok severim. Çok sevdiğim kulumun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. İstediğini elbette veririm. Bana sığındığı zamân, elbette korurum) buyuruldu. FEYİZLER VE NÛRLAR... Allahü teâlânın mü'minlerin kalblerine gönderdiği nûrlar, feyizler, ibâdetleri ve takvâsı çok olanlara, gelmektedir. Böyle olan mü'minlerin, feyiz alma kâbiliyetleri artar. Feyizler, nûrlar, Resûlullah efendimizin mubârek kalbinden yayılmaktadır. Gelen feyizleri almak için, Resûlullah efendimizi sevmek lâzımdır. Sevmek de, Onun ilmini, güzel ahlâkını, mu'cizelerini, kemâlâtını öğrenmekle hâsıl olur. Resûlullah efendimiz de, onu görüp severse, feyiz alması çoğalır. Bunun için, sohbetinde bulunup, güzel yüzünü görenler, tatlı sözlerini işitenler, dahâ çok feyiz aldılar. Eshâb-ı kirâm, bu sebeple, çok feyiz alıp, kalbleri dünyâ sevgisinden temizlenerek, ihlâs sâhibi oldular. Kavuştukları nûrlar, feyizler, evliyânın kalblerinden dolaşarak, zamânımıza kadar geldi. Bir kimse, kendi zamânında bulunan bir velîyi tanıyıp, çok sever ve sohbetinde bulunarak, kendini sevdirirse, Resûlullah efendimizin mübârek kalbinden o velînin kalbine gelmiş olan nûrlar, bunun kalbine de akarak kalbi temizlenir. Sohbetine kavuşamazsa, onu düşünmesi, yani velînin şeklini, yüzünü hâtırına getirmesi de, sohbetinde bulunmuş gibi olur. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri; "Bütün feyizlere, bütün ni'metlere, üstâdlarıma olan sevgim sebebi ile kavuştum. Kusûrlu ibâdetlerimiz, bizi Allahü teâlâya yaklaştırmaya sebep olabilir mi?" buyurmuştur. Kalbine feyiz, nûr gelen kimsede, ihlâs hâsıl olur. İhlâs ile yapılan ibâdet de, insânı hakîkî îmâna kavuşturur. Hadîs-i şerîfte; (Her şeyin menbaı, kaynağı vardır. İhlâsın, takvânın menbaı, kaynağı ise, Âriflerin kalbleridir) buyuruldu. Bir gün Ahmed bin Hadraveyh hazretlerinin evine hırsız girer. Her tarafı aradığı hâlde götürecek bir şey bulamaz. Hırsız eli boş döneceği sırada, o anda evde bulunan Ahmed bin Hadraveyh hazretleri; -Ey genç! Şu kovayı al, içine su doldur. Bununla abdest al ve namaz kıl. Bu arada evime belki bir şey gelir, sana veririm. Böylece evimden boş dönmemiş olursun der. "YOLUMU KAYBETMİŞTİM!.." Eve giren genç hırsız, Ahmed bin Hadraveyh hazretlerinin bu emrini, inanarak ve samimiyetle yerine getirir. Sabah olunca zengin birisi Ahmed bin Hadraveyh hazretlerine yüz elli altın getirir ve o da bu parayı o gence verir ve; -Al bu gece kıldığın namazlar sebebiyle sana mükâfattır buyurur. Genç onun bu merhamet ve iltifâtı karşısında şaşırır, hâli değişir. Sonra da; -Yolumu kaybetmiş, bozuk işlere dalmıştım. Bir gece hayırlı bir iş yapıp Allahü teâlâya ibâdet ettim. Rabbim de bana böyle ihsânda bulundu diyerek tövbe edip Ahmed bin Hadraveyh hazretlerine talebe olur. Netice olarak, İslâmiyete yapışmak, yani emirleri yapmak ve harâmlardan sakınmak, insanı Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşturur ise de, bunları ihlâs ile, Allahü teâlânın rızâsı için yapmak şarttır. Hem İslâmiyete uymalı, hem de, ihlâs elde etmelidir. Her izzet ve her ni'met, Allahü teâlâya, ihlâs ile itâat ve ibâdet etmekten, her kötülük ve sıkıntı da, günâh işlemekten hâsıl olur.