Âlim; sözlük anlamı olarak bilen, ilim sâhibi demektir. Aynı zamanda, her şeyi bilen mânâsına Allahü teâlânın sıfatlarından birisidir. Cehil; ilimsizlik, bilgisizlik demektir. İlimsiz, bilgisiz olana da câhil denir. İlimsizlik, bilgisizlik, dînî bilgilerden haberi olmamak da, cehâlettir. İslâm âlimi olabilmek için, zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve yüzbinlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilmini ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs, uzman olmuş, tasavvufun yani evliyâlığın en yüksek derecesine ulaşmış, yetişmiş, yetiştirebilen ve ictihâd makamına yükselmiş olmak lâzımdır. Bu özellikleri taşıyan kimseye, âlim denir. (Âlimler peygamberlerin vârisleridir) hadis-i şerifindeki müjdelenen âlimler, bu şekilde yetişmiş olan âlimlerdir. Câhil olduğu hâlde, câhilliğini bilmeyip, kendini âlim zannedene, cehl-i mürekkeb denir. Îsâ aleyhisselâm; "Sağırı, dilsizi, tedâvî ettim. Ölüleri Allahü teâlânın izni ile dirilttim. Fakat cehl-i mürekkebin ilâcını bulamadım" buyurmuştur. İmâm-ı Şa'bî hazretleri, ilimde olgunlaşmamış ve cehaletten kurtulmamış olanlardan sakınmak lâzım geldiğini bildirir ve; "Fitne çıkaran âlimden ve câhil âbidden sakınınız. Çünkü bunların ikisi de fitnedir ve de çok tehlikelidir" buyururdu. İLİMDEN MAKSAT... Abdullah-ı İsfehânî hazretleri de, talebelerini ve sevenlerini hep ilme teşvik eder ve buyururdu ki: "Hazret-i Ali; 'Allahü teâlâya ilimsiz ibâdet eden kimse, değirmene bağlı merkep gibidir. Gün boyunca yürür, fakat hep aynı yerindedir' buyurmuştur. Câhil de böyledir. Cehâletle, Allahü teâlâya çok çok ibâdet eder. Fakat bu ibâdeti, onun Allah indinde yakınlığını arttırmaz. Bâzan kul çok ibâdet yapar, fakat câhil olduğundan ibâdeti emre uygun olarak yapamaz, dolayısıyle boşu boşuna yorulmuş, meşakkat ve zahmet çekmiş olur. Bir iş, ancak emrolunduğu şekilde yapılırsa, ibâdet olur. Bu da ancak ilimle bilinir. Peygamber efendimiz; (İlim öğrenmek, her kadın ve erkek Müslümana farzdır) buyurdu. Buradaki ilim, ilm-i hâl bilgisidir. İnsanı Allahü teâlânın rızâsına ulaştırmayan, kavuşturmıyan her ilim faydasızdır. Bu sebeple, ibâdetlerin ancak ilimle doğru yapılabileceği anlaşılmaktadır." Âlimi tanımak için âlim ve evliyâyı tanımak için de, velî olmak lâzımdır. Bir câhilin, bir âlime, bir mütehassısa dil uzatmasının kıymeti olamaz. Âlimi, âlim tanır, câhil tanıyamaz. Bir câhilin lehte ve aleyhteki sözlerine itibar edilmez. Bu sebeple dinimizi, dînini bilen, seven ve kayıran İslâm âlimlerinin ilmihâl kitaplarından öğrenmeli, çoluk-çocuğa da öğretmelidir. Her Müslümanın birinci vazîfesi bu olmalıdır. Kendilerine din adamı ismini ve süsünü veren, câhil, sapık kimselerin sözlerinden, yazılarından din öğrenmeye kalkışmak, kendini Cehenneme atmaktır. Abdülehad Nûrî hazretleri buyuruyor ki: DOĞRUYU EĞRİDEN AYIRAMAZ!.. "İlimde mâhir, dînî meselelere gereği gibi vâkıf olmayan, fakat âlim sıfatını taşıyan câhil; ehl-i sünnet vel cemâat îtikâdı ile diğer dalâlet ve bozuk îtikâdları birbirinden ayırmaya gücü yetmeyen, ihtilaflı meselelerin sâdece bir tarafını bilip, diğer tarafından haberi olmayan ve yanlış düşüncesinde direten, ilmi ile amel etmeyen münâfık sıfatlı kimseler, âhireti taleb edenleri bid'at ve dalâlete düşürerek dinden ederler. Onun için; Allahü teâlânın emirlerine uyan, yaratıklarına şefkat eden, sırf Allah için doğru yolu gösteren İslâm âlimlerine uyup, câhil olanlardan çok sakınmalıdır." Netice olarak câhil bir kimse, ilim sahibi olanı tanıyamaz. Âlim ise, câhili hemen tanır, çünkü daha önce o da câhildi. Fakat câhil, âlimi tanıyamaz, çünkü daha önce âlim değildi. Ahmed Cezerî hazretlerinin buyurduğu gibi: "Câhil kimse, her ne kadar iyilere özense bile, bilgisi olmadığı ve rehbersiz olduğu için, merkebin gül ile kangal dikenini fark edemediği, ayıramadığı gibi, o da doğru ile eğriyi fark edemez, ayıramaz."