Hicr, dostluğu bırakmak, dargın olmak demektir. Bir mü'minin, din kardeşine, kırılarak, kızarak üç günden çok dargın durması harâmdır. Mü'min olanlar, İslâmiyyete uymazsa, onlara darılmak, vazîfeye çağırmak farzdır. Hadîs-i şerîfte; (Mü'minin mü'mine üç günden fazla hicr etmesi, dargın olması helâl olmaz. Üç geceden sonra ona gidip selâm vermesi vâcib olur. Selâmına cevâp verirse, sevâbda ortak olurlar. Vermezse günâh, ona olur) buyuruldu. Erkek olsun, kadın olsun, dünyâ işleri için, mü'minin mü'mine darılması yani onu terk etmesi, aradaki bağlılığı kesmesi câiz değildir. Gayr-ı müslimlere de, dünyâ işleri için, dargın olmak câiz değildir. Onların da, güler yüzle, tatlı dille gönüllerini almak, incitmemek, haklarını ödemek lâzımdır. Bir gün Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin huzûruna birbirlerine dargın iki kişi getiriler. Onlara barışmalarını söyledikten sonra buyurur ki: "SU GİBİ LÂTİF OL!" "Allahü teâlâ, bâzı insanları su gibi latîf, mütevâzı, dâimâ aşağıya akıcı ve yumuşak huylu, bâzılarını da toprak, taş gibi sert mizaçlı yarattı. Su, toprağa karışır, meyvelerin büyümesini, canlıların içerek hayatlarının devâm etmesini sağlar. O sulardan rûhlara ve bedenlere gıdâ temin edilip, menfaat sağlanır. Su toprağa gitmezse, topraktan ve sudan lâyıkıyla istifâde edilmez. Ey Nûreddîn! Bu arkadaşın toprak hükmünde olup, yerinden kalkmaz ve barışmaz ise, sen su gibi tevâzu üzere olup, anlaş. Herkes bilir ki, iki küs olan kimseden hangisi öbüründen önce davranırsa, Cennete ötekinden önce girecektir. Daha çok sevap kazanacaktır. Dolayısıyla, bu barıştan her ikiniz de istifâde etmiş olacaksınız." Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerini dinleyen, birbirine dargın bu iki kişi, daha çok sevap kazanmak gayretiyle hemen barışırlar... Dargın olana, üç günden önce gidip barışmak, dahâ iyidir. Güçlük olmaması için, üç gün müsâade edilmiştir. Dahâ sonra günâh başlar ve gün geçtikçe günâhı artar. Günâhın artması, barışıncaya kadar devâm eder. Üç günden fazla dargın duran kimse, şefâ'at olunmazsa, af olunmazsa, Cehennemde azâb görecektir. Hadîs-i şerîfte; (Sana darılana git, barış! Zulüm yapanı affet. Kötülük yapana iyilik et!) buyuruldu. Günâh işleyene, ona nasîhat olmak niyyeti ile dargın durmak, câizdir, hattâ müstehabtır. Allahü teâlâ için darılmak olur. Hadîs-i şerîfte; (Amellerin, ibâdetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-i fillahtır) buyuruldu. Dâvud aleyhisselâmın yanına iki kişi gelip, birbirinden şikâyet etti. Dinleyip karâr verip giderken, Azrâîl aleyhisselâm gelip; -Bu iki kişiden, birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti, fakat ölmedi dedi. Dâvud aleyhisselâm şaşıp, sebebini sorunca; -İkincisinin bir akrabâsı vardı. Buna dargın idi. Bu gidip, onun gönlünü aldı. Bundan dolayı, Allahü teâlâ, buna yirmi yıl ömür takdîr buyurdu dedi. "DARGINLARI BARIŞTIRIRDIM!.." Peygamber efendimiz, hazret-i Ali'ye hitaben; (Yâ Alî! Cebrâîl aleyhisselâm, 'âdemoğlu olup da, yedi iş işleseydim' diye temennî etmiştir. 'Beş vakit namâzı cemâat ile kılsaydım. Âlimler ile otursaydım. Hastaları sorsaydım. Cenâze namâzını kılsaydım. Su dağıtsaydım. Dargın olan iki kimseyi barıştırsaydım. Yetîmlere şefkat etseydim.' Yâ Alî! Sen de bunun üzerine hırslı ol) buyurmuştur. Atâ-i Horasânî hazretleri buyuruyor ki: "Bir mil uzakta da olsa, hasta bir kardeşini ziyâret et. İki mil uzakta da olsa, git, iki kardeşinin arasını bul, onları barıştır. Üç mil uzakta bile olsa, yürü, Allahü teâlânın rızâsı için sevdiğin bir kardeşini ziyâret et." Netice olarak, dargın, küs durmamalı, dostluğu terk etmemeli ve dargın olanları da barıştırmaya çalışmalıdır. Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâya; -Yâ Rabbî! Birbiri ile dargın olan iki kişiyi barıştıran ve Senin rızânı bulmak için zulmetmeyen kimseye ne ecir verirsin diye arz edince; Cenâb-ı Hak; (Kıyâmet gününde onlara selâmet verir, korktuğu şeylerden emîn eder, umduğu şeylerle şereflendiririm) buyurmuştur.