İslâmiyyet, semâvî bir dindir. Her semâvî dinde olduğu gibi, İslâm bilgileri de, din bilgileri ve fen bilgileri olarak ikiye ayrılmıştır. Fen bilgileri de, İslâm bilgisidir. İslâm âlimi olmak için, zamânının fen bilgilerini de, gücü yettiği kadar öğrenmek lâzımdır. Fen bilgileri, zamânla değişir, ilerler. Din bilgileri, hiç değişmez. Bu bilgiler, inanılacak şeyler, emirler ve yasaklardır. Bunlar, Allahü teâlâ tarafından bildirilmiştir. Bu emirlerin ve yasakların hepsine Dîn-i İslâm denir. İslâmiyyete uymaya ise, ibâdet etmek denir. Müslümânlar, Allahü teâlâ emrettiği, vazîfeleri olduğu için ibâdet eder. İslâmiyyetin emirlerinde ve yasaklarında, kulların dünyâları ve âhıretleri için nice faydalar bulunmakla berâber, ibâdet ederken, Allahü teâlânın emri, kulluk vazîfesi olduğunu niyyet etmek, düşünmek lâzımdır. Böyle düşünmeden yapılan iş, ibâdet olmaz. Meselâ, namâz kılan bir kimse, Allahü teâlânın emrini yerine getirmeyi ve kulluk vazîfesini yapmayı niyyet etmeyip, namâzın bir beden terbiyesi bir spor olduğunu düşünerek kılarsa, namâzı sahîh olmaz, ibâdet yapmış olmaz, sadece spor yapmış olur. NİYETİN ÖNEMİ BÜYÜK... Oruç tutan kimsenin de, yalnız mideyi dinlendirmeyi, perhîz yapmayı düşünmesi, orucun sahîh ve makbûl olmamasına sebep olur. Muhârebe eden, canını tehlikeye koyan bir Müslümân da, Allahın dînini kuvvetlendirmek ve yaymak için değil de, şân, şeref, mal ve rütbe için dövüşürse, ibâdet yapmış olmaz, cihâd sevâbı kazanmaz ve ölürse de şehît olmaz. Bedenine zarar verdiği için alkollü içkileri içmeyen veya bırakan kimse, sarhoşluk günâhından kurtulamaz. Frengi, belsoğukluğu ve AIDS gibi korkunç hastalıklara yakalanmamak için, zinâdan, genelevlere gitmekten sakınan kimse de, İslâmiyyette, afîf, temiz sayılmaz. İslâmiyyette ibâdet yapmak için, niyyetin büyük önemi vardır. Yapılan her işin İslâmiyyete uygun olup olmadığı, niyyet ile anlaşılır. Allahü teâlâ, Cehennemden kurtulmayı ve Cennete girmeyi vazîfe olarak bildirmeseydi, yalnız Cenneti, Cehennemi düşünerek yapılan ibâdetler de makbûl olmazdı. Tasavvuf büyükleri, Evliyâ-i kirâm, ibâdet yaparken, Allahü teâlânın rızasından başka bir şey düşünmezler. Fakat her Müslümânın âhıret menfaâtlerini düşünmesi, kâfi görülmüştür. İbâdetleri âdetten ayırmak için, dünyâ menfaâtlerini düşünmemek şart olmuştur. Allah için ve âhıret menfaâti için yapılan şeyler, ibâdet olmuştur. Dünyâ menfaâti için yapılan şeyler ise, âdet sayılmıştır. İslâmiyyette niyyet o kadar mühimdir ki, İslâmiyyetin emrettiği bir şey, dünyâ menfaâti için yapılınca sahîh ve makbûl olmuyor, dünyâ işi sayılıyor. Herhangi bir dünyâ işi de, âhıret menfaâti için yapılınca, ibâdet hâlini alıyor. Mümin, zevcesinin, hanımının ağzına götürdüğü lokmadan bile sevâb kazanıyor. Nitekim hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Mü'mine gelen kazâya şaşılır. Hayır gelince, hamd ve şükreder. Musîbet gelirse, hamd ve sabreder. Mü'mine her şey için, hattâ zevcesinin ağzına bir lokma uzatmasına da, sevâb verilir.) Bu hadîs-i şerîfi göz önüne alarak, düşüncesini temizleyen ve niyyetini düzelten bir kimse, yemekte, içmekte ve her türlü dünyâ işlerinde âhıret faydasını gözeterek, sevâb kazanmak fırsatını elden kaçırmaz. İNANMAMAK HASTALIĞI!.. Netice olarak insanlar, bütün işlerinde, hattâ ibâdetlerinde, dünyâ menfaâti, maddî kazanç aramaya alıştırılırsa, menfaâtperestlik, egoistlik hâsıl olur. Hâlbuki İslâmiyyet, nefislerin böyle kötü isteklerini yatıştırmayı, maddîcilikten fedâkârlık etmeyi, menfaâti hakîr görmeyi, ahlâkın ve rûhun temizlenmesini, yükselmesini istemektedir. Şunu da unutmamak lâzımdır ki, ibâdetlerde âhıret faydalarını bırakarak, yalnız sosyal iyilikler aramak ve bu araştırmayı esâs tutmak, dîne inanmamak hastalığının alâmetlerindendir. Hadis-i şerifte buyurulduğu gibi: (Allahü teâlâ, âhıret için yapılan iyiliklere dünyâda da mükâfât verir. Fakat, yalnız dünyâ için yapılan işlere âhırette hiç mükâfât vermez.)