"Gel, her kim olursan ol gel"

A -
A +
İslâm dininde ve İslâmiyetin esaslarını kalblere yerleştiren tasavvuf yolunda, keder ve ümîtsizlik yoktur. Yalnız sevgi ve tecellîler vardır. Bunun için Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri;
"Bâzâ, Bâzâ, Her ançe hestî Bâzâ.. Gel, gel, her kim olursan ol gel, Allaha ikilik koşanlardan, Mecûsîlerden, puta tapanlardan da olsan gel! Bizim dergâhımız ümîtsizlik dergâhı değildir. Tövbeni yüz defa bozmuş olsan bile, gel!" buyurmuştur.
Mevlânâ hazretleri, gel demekle, insânları İslâmiyete dâvet etmektedir. Zaten böyle sözleri ve halleriyle, insânları doğru yola teşvik eder, vaaz ve nasîhatleriyle hasta kalplere şifâ dağıtırdı. Bir gün talebelerine;
"Ey bizi sevenler! Sevgili Peygamberimizin gittiği Ehl-i sünnet yolundan yürüyüp, bu yolu ihyâ etmelidir. Allahü teâlânın sevdiği ameller, ibâdetler ile, helâl yollardan çoluk, çocuğunun ihtiyaçlarını kazanarak, râzı olunan kullar zümresine dâhil olmalıdır. Hep helâli istemeli, helâlinden yiyip, helâlinden içmeli ve helâlinden giymelidir. Söylediklerimiz, dinlediklerimiz, düşündüklerimiz hep helâl olmalı. Her hareketimizi Peygamber efendimizin hâl ve hareketlerine uydurmalıyız. Herkes, bir sanata sâhip olmalı ve din ilimlerini iyi öğrenmelidir. Talebelerimden bunu husûsen istiyorum. Bizim yolumuzda olanlara, kıyâmet günü yardımcı olur, yüzlerinin ak olmasına çalışırız. Ancak, edebe riâyet etmeyenler ve Ehl-i sünnet yoluna muhâlefet edenler, kıyâmet günü bizi göremeyeceklerdir" buyurmuştur.
Mevlânâ hazretleri, müslim veya gayr-i müslim herkese karşı yaptığı iyi muâmele ve güler yüz ile her tarafta meşhûr olmuştu. O zamanlar İstanbul'da bulunan meşhûr bir Hıristiyan papaz, merâk edip Mevlânâ'yı görmek ister. Yollara düşüp Konya'ya gelir. Konya'da yaşayan Hıristiyanlar onu karşılar. Yolda giderken Mevlânâ'yı görürler. Papaz süratle yetişip, Mevlânâ'ya çok tâzim ve hürmet gösterir. Mevlânâ da onu iyi karşılar. Papaza, papazın yaptığından daha fazla iltifatta bulunur. Papaz ve orada bulunan diğer Hıristiyanlar, Mevlânâ'nın bu iltifât ve güzel ahlâkı ve bu olgunluğu karşısında dayanamayıp, Kelime-i şehâdet getirip Müslüman olurlar.
Netice olarak Mevlânâ hazretleri, her işte İslâmiyete uyar ve bütün işleri ihlâs ile, Allahü teâlânın rızâsı için yapmak lâzım olduğunu da, bir misâl ile şöyle izâh ederler:
"Nişâburlu bir ilim talebesi ile bir tüccar yol arkadaşı olurlar. Çok fakir olduğundan talebenin ayakkabısı yoktur. Yalın ayak yürürken, tüccar bir çift ayakkabı verir. Sonra tüccar, talebeye ikide bir;
-Ey talebe! Yolun düzgün yerinden yürü, sivri taşlara basma, ayaklarını sürüme, dikenli yerlerden gitme, ayakkabıyı eskitme, diye tenbih eder.
Bu tenbihler talebeyi usandırır. Sonunda talebe dayanamayıp ayakkabıları çıkarır, tüccarın önüne bırakır ve;
-Ben senelerce yalın ayak seyâhat ederim. Kimse bana bunun için bir şart koşmuyordu. Şimdi verdiğin bu ayakkabılar için sana mahkûm olamam, der.
İşte burada olduğu gibi, yapılan hayır, hasenât karşılıksız olmalı Allahü teâlânın rızâsı için yapılmalıdır. Ancak böyle olursa makbûl olur."