Allahü teâlâ insanları yarattı ve her insanın saâdet içinde, mesûd olarak yaşamasını istediğini de bildirdi. Mesûd olmak, râhat, üzüntüsüz yaşamak demektir. Müslüman olsun veya olmasın her insan, mesûd olmayı, rahat, üzüntüsüz yaşamayı istemektedir. Yaratan da, yaratılan da aynı şeyi istemekte olduğu hâlde, mesûd, rahat, üzüntüsüz olan kimse, pek azdır. Allahü teâlâ, her şeyi bir sebeple yaratmaktadır. Allahü teâlâdan bir şey istemek, yâ kavl yani söz ile olur veya fiil yani sebeplere yapışmakla olur. Kavl yani söz ile istemek, duâ etmek demektir. Bir şeyi fiil yani sebeplere yapışarak istemek ise, bu şeyi meydâna getiren sebebe yapışmak ve yapmakla olur. Çalışmak, sebebe yapışmak demektir. Çalışmayan, tembel oturan, sebebe yapışmamış olur. Allahü teâlâ tembele bir şey vermez. Zira; (İnsan ancak çalıştığı şeye kavuşur) meâlindeki âyet-i kerîme, bu hususu açıkça bildirmektedir. Gayr-i müslimler, Allahü teâlâya inanmadıkları için, kavl yani sözle, duâ ile istemiyorlar ve duâ da etmiyorlar. Sebeplerin tesîrini gördükleri için, yalnız fiil ile yani sebeplere yapışarak istiyorlar ve bunun için de sebeplere yapışıyorlar. Allahü teâlâ da, onların bu isteklerini kabûl ederek, istediklerini yaratıyor ve veriyor. NİMETE KAVUŞMAK İÇİN... Mesûd olmak, rahat, üzüntüsüz yaşamak için lâzım olan sebeplere nimet denir. Allahü teâlâ, nimetlerini, dost, düşman, her isteyene vereceğini vâdetmektedir. Nitekim Mü'min sûresinin 60. âyetinde meâlen; (Duâ ediniz, kabûl ederim, isteyiniz, veririm) buyurulmaktadır. Nimete kavuşmak için, nimet sâhibinin beğendiği gibi istemek lâzımdır. Bunun için, nimeti istediğini bildirmek, duâ etmek ve muhakkak verileceğine inanmak, îmân etmek lâzımdır. Buna inanmayana, hele inkâr edene verilmez. İnkâr eden mahrûm kalır sözü meşhurdur. Saâdete sebep olan nimete kavuşmak için yapılan duâda, bu îmân şarttır. Hasta olanın, doktora gitmesi, ilâç alması, şifâ için bildirilen âyet-i kerîme ve duâları okuması, insanın ömrünü uzatmaz, ölüme mâni olmaz, eceli geciktirmez. Ömrü olanın dertlerini, ağrılarını giderip, sıhhatlı, râhat ve neşeli yaşamasına sebep olurlar. Kalb nakli ve beyin, böbrek, ciğer gibi ameliyâtlar, aşılar, serûmlar, ölüme mâni olmaz. Ömrü olanlara faydalı olur. Eceli gelen çok kimsenin ameliyât esnâsında öldüklerini bilmeyen yoktur. Duânın kabûl olması için, istenilen şeyin sebebine yapışmak lâzımdır. Allahü teâlâ, her şeyi sebep ile yaratır. Tedbîr almak ve sebebi aramak lâzımdır. Duâ edince, Allahü teâlâ sebebe kavuşturur ve sebepte tesîr, kuvvet yaratır. Mâide sûresinin 35. âyetinde meâlen; (Bana yaklaşmak için vesîle arayınız) buyuruldu. SEBEPLERE YAPIŞMAK LAZIM... Netice olarak, mesûd olmak, rahat, üzüntüsüz yaşamak yani nimete kavuşmak için, önce îmân sâhibi yani Müslümân olmak, sonra, nimetin sebebine yapışmak lâzımdır. Bütün nimetlerin sâhibi olan Allahü teâlâ, nimetlere kavuşmak için, nasıl duâ edileceğini de, merhamet ederek, bildirmektedir. Müslümânın duâsının kabûl olması için, îmândan sonra, her gün beş vakit namâz kılmak, kul hakkı bulunmamak şartı da önce gelmektedir. Duâlarımız kabûl olmuyor diyenlerin bu şartları yapmadıkları anlaşılmaktadır. Zira duâ etmenin de şartları vardır. Bu şartları taşıyan duâ elbet kabûl olur. Çok kimse bu şartları bir araya getiremediği için, duâları kabûl olmıyor. Duânın kabul olması için, önce, günâhlarına pişmân olup, tövbe etmeli, istiğfâr okumalı, sadaka vermeli, îmânını Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak düzeltmeli, duânın kabûl olacağına inanmalı, güvenmeli, iki dizi üzerine kıbleye karşı oturup, önce hamd ve salevât okumalı. Duâyı üçten fazla söylemeli. Harâm şeyleri ve hâsıl olmuş şeyleri istememeli. Kabûl olmadı diyerek, ümîdi kesmemeli, kabûl oluncaya kadar, uzun zamân tekrâr etmelidir. Harâm yememeli, harâm içmemeli, harâm şeyleri söylememelidir. Bir âyet-i kerimede meâlen buyurulduğu gibi: (Bana hâlis kalb ile duâ ediniz! Böyle duâları kabûl ederim.)